FİKR-İ FİRARİLER

FİKR-İ FİRARİLER
FİKR-İ FİRARİ ( I )

Blog Listem

Bu Blogda Ara

13 Ocak 2012 Cuma

ÇİNGENE SEVERSE




ÇİNGENE SEVERSE


Bir yudum sevgi bir avuç insan

SENARYO/HİKAYE
Lale Selen

Düzenleme
Müşerref Özdaş

2011



Leyla, bir politikacının kızıdır.Babası iş adamı olan fakat son zamanlarda politikaya girme çabası içinde boğuşan bir adamdır..Değişik fikirleri ve atılımları ile dikkat çekmeye başlamıştır, bilhassa ırkçılığı ortadan kaldırma projelerinde önlerde yer almaktadır.

Çingene kökenli halk tarafından bir sembol haline gelen politikacı ( Cihan Armutcuoğlu) onlara verdiği sözü yerine getirme çabalarıyla uğraşırken onlarla kendisini iç içe bulur, ona verilen değer çok muhteşemdir, misafirperverlikleri onu coşturur. Cihan, ailesi ile de zaman zaman onların arasında yer almakta, bu tutumu karısında ve kızı Leyla’ya her ne kadar ters düşse de, anne Süreyya kendini adapte etmeye çalışmakta, kızı Leyla ise kendini bir an önce oradan ayrılıp şehre atmak istemekte, çok sıkılmaktadır.

Bir gün, önemli bir günde kalabalık bir ziyaret esnasında arabası ile ortadan kaybolur ve evine gitmek üzere yola çıkar, baba üzülür ama sesini çıkartamaz. Leyla yolda giderken arabasının lastiği patlar ve hafif kaza atlatır, araba bir yüksek taşın üzerinde kalır… Oradan geçen yaşlı, esmer, uzun beyaz saçlı bir Çingene, Leyla’yı istemeyerek korkutur.” Kızım Allah aşkına, bu arabayı nasıl bu taşın tepesine çıkardın, sanatçı mısın sen?’’diyerek gülmeye başlar. Leyla’nın inmesine yardımcı olur. Leyla’yı alıp yolun kenarına çekilip, birinin cep telefonu olduğunu ve oradan konuşabileceğini söyler, çünkü Leyla’nın telefonu zarar görmüş, çalışmamaktadır. Telefon etmek üzere o kişinin olduğu yere doğru giderler.
Telefonu olan şahsın yanına yaklaştığında gördüğü manzaradan adeta aklını oynatır. Genç o sırada büyük bir atın yaralarını sarmak için uğraşmakta ve kan kaybeden hayvanı kurtarmayı başaramadığı için besmele çekerek büyük bir bıçakla onu kalbinden bıçaklayıp acısından kurtarmaya çalışmaktadır. Leyla olduğu yere yığılır kalır. Uyandığında kendisini yakışıklı karizmatik bir gencin kollarında bulur. Ödü kopar ve kalkıp hemen kendine çeki düzen verir…”Sen cani misin?” diye sorar. Hayır, ‘’ ben Rafet, Çingene’yim.’’ diye cevaplar genç. Leyla oradan derhal gitmek istediğini, genç ise kısa bir çelişkiden sonra, onu şehre götüremeyeceğini söylemiştir. Leyla, havanın kararmaya başladığını ve buradan gitmek istediğini tekrarlayıp inat edince Rafet’in sinirlenmesine rağmen söylene söylene diğer atla şehre doğru yola çıkarlar. Atın arkasında Rafet’e sımsıkı sarılmıştır Leyla. İlk defa mı ata biniyorsun diyerek espri yaparak Rafet yine Leyla’yı kızdırır. Rafet’in gömleği artık terlemiştir. Genç adamın sırtına yaslanan, yorgun olan Leyla gencin cekici bedeninde, çoktan bambaşka hayallere dalmıştır. Kasabaya gelirler. Koskoca kasabada Leyla atla evine getirilmiş ve teslim edilmiştir.Kapıda Rafet’i eve davet etmek ister fakat ret cevabı alır Leyla..

Baba politika işleri ve şirketi ile uğraşırken, anne günlük gezilerin peşinde koşarken, Leyla yavaştan Rafet’in özlemini duymaya ve babasının Çingenelerle ilgili tüm çabalarına destek çıkmaya başlar. Gittiği yerlere babasıyla birlikte gitmeye başlamış, babası ondaki bu değişikliklere sevinmekte fakat değişimin sebebini bilmemektedir. Leyla babasının sadece politika amaçlı değil ziyaret amaçlı gittiği Romanların ortamını gitgide sevmeye de başlamıştır. Bir gün gittikleri bir ortamda kendisini gören Rafet önce şaşırır ve gülümsemeye başlar. Bir başka gün de, büyük bir eğlence düzenlenmiş, uzak komsu ülkelerden getirtilen şarkıcılar sahnede birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamışlardır… Şarkılarından birinde Rafet Leyla’yı ona veya babasına sormadan elinden tutup masadan kaldırır ve karşılıklı dans ederler… Geri dönüş yolunda ise baba kızına epeyce söylenir…

Leyla’nın Rafet’le olan ilişkisi ileri boyutlara gelir, Rafet de varlıklı olmasına rağmen Leyla’yı kasabadan her defasında atıyla almayı tercih etmekte, bu davranışı Leyla’yı apayrı boyutlara götürmektedir. Babasının Çingene’lere olan güzel politikası duraklama noktasına gelir ve medyada aykırı haberlere sebep olur. Leyla’nın babası artık Çingene’lerin dertleri ile uğraşmamaktadır. Bir başka işadamı Romanların bulundukları yerleri istimlâk etmek istemektedir. Babası onları yarı yolda bırakırken Leyla bu savaşı tek başına sürdürmeye çalışacaktır.
Rafet boş zamanlarında Leyla’ya gitarı ile şarkılar söylemekte, Leyla’nın giyimi de artık değişmeye başlamaktadır. Çingene büyüklerine kendini en kısa zamanda sevdirir Leyla. Gün gelir her şeye rağmen Rafet ile evlenmek ister. Görkemli ve son model arabalarla Leyla’yı istemeye gelirler fakat geldikleri gibi de geri gönderilirler. Annesinin ve babasının karşı çıkmasına rağmen Leyla evleneceği günü açıklar.
Çingenelerin yaşadığı bölgede düğün hazırlıkları başlamıştır fakat Leyla gidemeyecektir. Gelinliği ile odasında hazırlık yaparken odaya giren babası Leyla’nın beynini yıkamaya çalışmış ve kızının Rafet’le evliliğinin onun kariyerinin bitişi olacağını söyleyip bitkin bir halde kızına yalvarmıştır. Bu konuşma sonucu Leyla, babası odadan çıkar çıkmaz duvağını çıkartmış, ona sağdıçlık yapan arkadaşından evlilikten vazgeçtiği haberini iletmesini rica etmiştir.

Gözyaşları içinde kalmıştır Leyla, bitkindir. Düğün ortamı sağdıcın getirdiği habere kadar birbirinden güzel müziklerle devam etmiştir. Sağdıcın birden Rafet’in yanına gelip usulca kulağına fısıldamasından sonra birden onun durgunlaşması ve perişan halinden anlayan müzisyenler müziği keserler. Rafet başı dönercesine kendi kendine efe dansı yapmaya başladığında müzik devam etmiştir onun isteği üzerine. Genç adam gibi üzüntülü gözler önünde dansına devam eder. Daha sonra atının yanına gidip onu sever okşayarak kulağına bir şeyler fısıldayarak, hırslı bir şekilde atın kalçasına vurarak onun koşmasını sağlar.

Odasında makyajı akmış Leyla ağlamaya devam etmektedir. Atın koşan görüntüleri gelir ekrana, deli gibi koşmaktadır.Bir an Leyla bahçede korumaların seslerini, bağırışlarını duyar. Korumalar bahçeye atlayan atı kovma çabasındadır. Camdan Rafet’in atını gören Leyla koşarak bahçeye atın yanına gider. Atın ismini söyler, at ona doğru şahlanır ve Leyla o an kararını verir. Atın Rafet tarafından ‘’ son kararını ver’’ anlamında gönderildiğini anlamıştır. Leyla ata binerek Rafet’e doğru duvaksız gelinliği ile yol alır.

Uzaklardan beyaz gelinliği ile görünür Leyla, babası da korumalardan olayı duymuş ve yola çıkmıştır. Müzik yine ilk başladığı anlardaki kıvrak, neşeli ritmini tutturmuştur. Leyla attan iner, Rafet ise onu bir efe dansı ile kollarını açarak karşılar. Babası ve annesi de kendi araçları ile gelmiştir. Baba kızına doğru ilerlerken anne onu kolundan tutarak… ”ben yaşayamadım, bırak kızım yaşasın” diyerek engeller. Baba, büyük bir şaşkınlıkla olduğu yerde kalır.

Düğün eglencesinin tam ortasında o arazileri yıkmak için dozerlerle gelen şahıslar belirir orayi yikmak isterler, kısa zaman içinde duruma açıklık getiren Leylanin( politikacı )babasının tepkisi ile karşılaşırlar... Üzüntülü gözler birden mutlulukla parlamaya başlar. Baba kizi icin bu karari verir.Eğlence, Çingenelere yakışan bir hızla,delice devam eder…
SON

Lale Selen

30 Nisan 2011 Cumartesi

Eller Yukarı

Emekli aylığını almak için sırada bekleyenlerin ızdırabına Tek Çözüm !


Önsöz:
Bu Senaryoyu özel olarak unutulmayan dört dev aktörümüzü ( Türkan Ş, Fatma G. ,Hülya K., ve Filiz A. ) hayal ederek yazdım. Bu dev dörtlüyü seneler sonra aynı kadroda müthiş bir komedide görebilme arzusuyla… Olamazlarsa ne olur? Diğer oyuncuların da ayrı özellikleri var elbette. Sanata ve sanatçılara saygıyla…Mesela Yıldız Kenter gibi…
ELLER YUKARI
2010 Lale Selen
Firuze, Hande, Bilgi ve Nejla senelerdir iyi arkadaştırlar. Güzel, çirkin, iyi, kötü ne varsa paylaşmışlardır. Her biri yaşlanmış ve duldur. Birbirlerine her ne kadar sinir olsalar ve her fırsatta birbirlerini kızdırsalar da yine de ayrı gayrıları olmaz.
Firuze aralarında biraz daha güçlü olanı ve erkeksi tavırlar gösterenidir. Ablaları gibidir diğerlerinin. Hande ise hastalık hastasıdır, fazla sesi çıkmaz, kendi halindedir ama yine de gruptan ayrılmaz. İştahı çoktur ve şeker hastasıdır. Bilgi çok titiz bir yaşlı kadındır, elinden bezi eksik etmez, devamlı temizlik yapar ve buna diğerleri her zaman katlanamaz. Nejla ise saftirik olanıdır, parayı da çok sever, o da iyimserdir ve durmadan olmayan hesabındaki paralarını sayar. Uykusu geldiği her yerde uyuyakalır, bir alışverişte, ayakta veya namaz da olsa bile. Bu dört arkadaşın ortak tek problemi vardır, o da emekli paralarının yetersiz olması. Günlük sohbetlerinde bir tanesi de budur.
Bir bankada maaşlarını almak için birçok yaşlı emekli sırada beklemektedir. Kuyruk bir hayli uzundur. Erkeği, kadını, bastonlusu, sakallısı sırada beklemektedir. İşini bitiren sıradan ayrılıp diğer bekleyenlerle vedalaşıp gitmektedir. Sıradakiler de işi bitenleri geçmiş olsun diyerek uğurlar. Bir yaşlı adamın pantolon cebindeki cep telefonu çalmış ama içerideki uğultudan farkına varmamıştır. Güzel bir Tekno müziği etrafa yayılmaktadır. Yaşlı adam hariç herkes duymakta ve adama bakmaktadır. Firuze yaşlı adamın sırtına hafifçe vurur ve adam birden korkar. Pantolon cebini işaret ederek cep telefonunun çaldığını anlatmaya çalışır. Adam gülümseyerek telefonunu çıkartır ve kulağına götürür, fakat sesleri eskisi gibi iyi duyamadığından yüksek sesle konuşmaktadır. Bankada sırada olan diğer emekliler gülmeye başlar. Firuze adamın konuşması bitince onunla dalga geçer. ‘’ Elinde bastonun, kulağın sağır fakat cangıl cungul müzik ayarladığın bir telefonla geziyorsun.’’ der. Firuzenin de işi bitmiştir ve parasını aldığı gibi kızının evine gider. Firuze, kızı, damadı ve iki erkek torunu ile yaşamaktadır.
Hande de oğlu ile yaşamaktadır. Oğlunu bir türlü evlendirememiştir. Fazla görmezler birbirlerini. Oğlunun yemeğini yapar, evin işlerini halleder ve sevdiği arkadaşı Bilgi’nin evinde diğer arkadaşlarıyla buluşur, bu hemen hemen her gün geleneksel bir hale gelmiştir.
Nejla tek başına oturan bir kadındır. İleri yaşta ve yalnız olduğu için oturduğu binada onu arada bir komşuları yoklamaktadır. Nejla da Bilgi’yi sever ve ona çok sık gider.
Bilgi yine her zamanki aşırı titizliği ile elinde bezi ile eline ne geçerse silmektedir. Arkadaşları öğleden sonra ona gelecektir. Sevinçlidir, onları eve toplamasının bir sebebi de ev sahibidir. Bilgi, evin kirasını geciktirmiştir. Kira olarak vermesi gereken parayı harcamış ve ev sahibine görünmekten kaçmaktadır. Arkadaşlarından manevi destek ister. Bilgi gelen arkadaşlarını tek tek hal hatır sorarak ağırlar.
Hande oğlunun yemeğini yapmış ve Bilge’ye doğru gitmek için minübüse binmiştir. Bir genç ona yer vermiştir. O gence dakikalarca teşekkür eder, onu över fakat çantasından cüzdanının çalındığını anlamaz. Genç cüzdanı çalmakla Hande’nin o günkü harçlığını da götürmüştür. Hande bunu sonradan Bilgi’nin evinde fark etmiştir ve Hande ağlarken ötekiler gülmeye başlamıştır onun haline. Nejla da artık gelmiş ve içeri girmiştir. Bu biraz ajan filmlerindeki gibi olur. Onu içeri alan arkadaşı Bilgi, kapıdan dışarı doğru bir sağa bir sola bakar, ‘’ Ya ev sahibi ile karşılaşırsam! ‘’ paranoyası başlamıştır. Sadece Firuze henüz gelmemiştir, o da emekli maaşını alıp kızına teslim ettikten sonra gelecektir. Bilgi onu telefonla aramak ister. Firuze yatağına uzanmıştır yorgunluktan, öğlen saatleridir. Firuze gözlerini açar ve kızı ile damadının münakaşa ettiklerini duyar. Kavga sebebi ise Firuze’nin emekli maaşıdır. Damadı onun emekli maaşının içinden fazla harçlık almasına karşıdır. Buna kulak misafiri olan Firuze çok üzülmüştür ve eşyalarını yanına alıp evden gitmek ister. Dolabın üzerindeki küçük bavula uzanırken damadının saklamış olduğu silahı bulur. Uzun uzun düşünmeden onu inceler ve içini kaplamış üzüntü ile yerine koymuştur tekrar. Bilgi arar o sırada. Firuze, gelemeceğini ve kendini öldürmeye karar verdiğini söyler. Her zaman güçlü olan yaşlı kadın bitkindir. Bilgi ona telefonda bağırır, ‘’ Poponu kaldır ve derhal buraya gel, yemekler soğumak üzere.’’ der. İntiharın da çok iğrenç bir düşünce olduğunu belirtir. Kan ile yapılacak bir temizliğin en pis temizlik olduğunu söyler ona. Kısacası Firuze’nin intihar girişimi Bilgi’yi çok etkilememiş gibi davranmıştır, oldukça soğukkanlıdır. Aklına gelen tek şey kanlı duvarın nasıl temizleneceğidir ve bunu kendi kendine telefonu kapadıktan sonra mırıldanır. Firuze de Bilgi’ye gelmiştir sonunda. Bilgi onu da içeri gizli saklı alır, tek korkusu ev sahibine yakalanabilecek olmasıdır. Güzel bir akşam geçirirler birlikte ve Bilgi’nin aklına gelen başına gelir, ev sahibi bir yandan kapının zilini çalıp bir yandan da kapıyı tıklatır. Bu arada belirli belirsiz mırıldanmaları da duyulmaktadır. Bilgi ve arkadaşları sessiz kalırlar içerdeki ışıkları bile kapatmışlardır. Nejla’nın namaz vakti gelmiştir namaz kılmak için köşede kendine yer hazırlamıştır. Ev sahibi bir süre söylendikten sonra gitmiştir. Yaşlı kadınların sohbeti devam etmektedir. Hande, Nejla’yı sorar ve Bilgi onun yine namazda uyumuş olabileceğini söyler. Arkalarına baktıklarında Nejla’nın her zamanki gibi, yerde, namaz kılarken, secde pozisyonunda uyuyakaldığını görmüşlerdir. Zaman böyle geçer ve kendi aralarında Bilgi’nin kirası için bir çare bulmuşlardır. Her biri bir miktarda katkıda bulunup o ayın kirasını ev sahibine öderler.
Yaşlı ve akıllı ev sahibi hemen yumuşayıp şirinleşerek onlara çapkın gülücükler atmaya başlamış, ardından da Bilgi Hanım’a ne kadar değer verdiğini ve ona kira için her zaman alternatifler sunabileceğini söylemeye başlamıştır. Bilgi onu bir süre dinledikten sonra, ‘’ Karın ölürse haber ver, alternatifleri düşünelim.’’ diyerek kapıyı kapatır. Onu uğurladıktan sonra erkeklerin çapkınlıkta yaş sınırı olmadığını mırıldanarak arkasından ‘’ Bir ayağı çukurda, bastonlu çapkın kokoşka.’’ diyerek küfür de eder.

Bu ara Hande’nin de saflığı ve unutkanlığı onları eğlendirir. Her biri gün geçtikçe para konusunda daha da sıkıntıya girmektedir. Ani bir öneri ortaya atar Firuze. Banka soymayı teklif eder. Bir an masada sessizlik oluşur. Firuze şaka yaptığını söylemiştir. Hande yine bunamasının ve arkadaşının ne söylediğini anlamadığından ‘’ Ne soyunması?’’ diye lafa karışmıştır. Bir süre devam eden sessizliğin ardından dört yaşlı arkadaş şaka olan bu teklifi cazip bulup banka soygunu yapmaya karar verirler.
Bir gün, başlarında şapka ve yüzleri kapalı olarak bankaya girerler. Gözleri de yarıya kadar örtlüdür. Aralarında tek sürücü ehliyeti olan Nejla’dır ve dışarıda eski bir arabanın içinde beklemektedir. Hande de kapıyı kollamaktadır. Firuze ile Bilgi de kasanın başına yaklaşmışlardır. Firuze damadının silahı ile kasadaki adamı tehdit eder. Silahı etraftakilere pek göstermemeye çalışır fakat kasadaki adam onun gerçek olduğu anlamıştır. Kendilerini kamufle ettiklerinden dolayı yaşlı oldukları anlaşılmasa da Bilgi’nin maskesi bir anda aşağı düşüverir ve mavi gözleri ve çizgilerle dolu yüzü ile yaşlı olduğu da ortaya çıkıverir. Firuze ona maskesini düşürdüğü için kızar. Kasadaki adam ne kadar para varsa getirir ve çantaya koyar. Yaşlı kadınlar telaş içinde oradan ayrılırken kasadaki adam da arkalarından şaşkın bir şekilde bakakalır ve telefona sarılıp polisi arayabilir en sonunda. Yaşlı kadınlar arabaya biner fakat araba ilerlemez, Nejla yine uykuya dalmıştır. Omuzuna vurarak onu uyandırarak oradan kaçarlar. Bir geri bir ileri araba zorlanarak ordan kalkar. Araba şehir dışı bir yerde bırakılır ve bagajı açılır. Bagajda arabanın sahibi yatmaktadır, kadınlar onu da silahla tehdit etmişler ve bağlayarak oraya sokmuşlardır. Onu yine bağlı bırakarak oradan kaçarlar.
Yeni bir hayat başlamıştır onlar için. Bilgi, evinin 1 senelik kirasını ödemiş, Firuze artık taşınacağını belirtmiş, torunlarına dünya kadar hediyeler almış, Hande ise oğluna bir müddet tatile gideceğini söylemiş ve Nejla da komşularıyla vedalaşıp, arkadaşıyla yaşayacagını söylemiştir. Hepsi bir anda ortadan kaybolup soluğu Bodrum’da alırlar. Ilk ucak yolculuguda onlara macera verir. Bilgi korkusundan Cocpite alinir ve gidecekleri yere kadar Kaptan Pilotun basini agriti ona karisir. Daha önce hiç yaşamadıkları kadar heyecanlı bir yaz tatiline gelmişlerdir. Çılgınlıklar başlar. Polis de aynı zamanda soyguncuları aramaktadır. İlk tatil gecesi çok eğlenceli geçer. Kaldıkları otelin düzenlediği animasyonda yarı çıplak güzel vücutlu gençler dans etmektedir. İçlerinden birisi Firuze’nin omuzuna poposunu sürterek dans gösterisini devam ettirir. Nejla gözlerini elleriyle kapatır, utanır ve parmak arasından bakmaya devam eder. Her yerde haberlerde bu ilginç Banka Soygunu konuşulur. Daha kimse onların tatilde olduğunun ve yaptıkları çılgınlıkların farkında değildir. Arada sırada pişmanlık duysalar da çabucak unuturlar. Bodrum geceleri onlar için tekrardan dünyaya gelmiş olmak kadar güzeldir.
Fazla sıcaklardan rahatsız olan Nejla bir gün bir anda hastalanır ve hastaneye yetiştirilir. Büyük bir çaba harcar doktorlar. Arkadaşları onun başından ayrılmazlar ve o iyileşinceye kadar yanında kalırlar. Büyük korku atlatmışlardır. Hastanede ödeme yaparlarken başka bir yaşlı kadın görürler. Kadın hastane masrafını ödeyemediği için gizli gizli ve çaresizce ağlamaktadır bir köşede. Dört arkadaş onun da masrafını üstlenir ve oradan ayrılırlar. Yaşlı kadınlar soyguna artık alışık olduklarından, girdikleri pastaneden de satıcının arkası dönükken tezgahdaki kuru pastaları yürütürler. Onları küçük bir çocuk görmüş ve çok şaşırmıştır. Bilgi pastaneden çıkarken küçük çocuğu ‘’ Birisine bir şey söylersen kasapta seni sünnet ettiririz.’’ diye tehdit eder. Çocuk hâlâ şaşkın şaşkın bakmaktadır, tezgâha geri gelen satıcı ise çocuğa ne çaldığını sorar. Çocuk, yaşlı kadınların hırsızlık yaptığını söyleyince fena azar işitir.
Otelde bir kısmet de çıkmıştır Bilgi’ye. Yaşlı adamın biri akşam yemeğinde uzaktan devamlı kadeh kaldırır ve Bilgi’ye gülümseyerek nazik baş hareketiyle selam yollar. Bu konu diğerleri için bulunmaz bir dalga geçme fırsatı olmuştur. Adam içkiyi fazla kaçırmış ve bardan kalkar kalkmaz yere yığılmıştır. Adamın öldüğü anlaşılır. Bilgi de kaderiyle dalga geçmeye başlar diğerleriyle birlikte. Böylece yaşlı kadınların etkinlikleri devam eder ve otelin hemen hemen her animasyonuna katkıda bulunurlar. Onları artık hiç bir kuvvet tutamaz. Dans etkinliklerinden şarkılı gecelere kadar hep ön planda olurlar. Nejla’nın uyuklamaları da gerekli ve gereksiz, uygun olan olmayan her yerde devam etmektedir. Hande bir gün alışverişte, kasada iken yine hafıza kaybına uğrar ve kasadaki satıcıyı azarlar, arkadaşları özür dileyerek onu dışarı çıkarırlar. Konu, satıcının Hande’den 200 Lira istemesidir. Hande kendisine satıcının ‘’ İki yüzlü’’ demiş olduğunu iddia etmektedir.
Bir gece, misafir sanatcı Ajda Pekkan sahne almıştır otelde.Herkes onun şarkılarıyla dans ederken dört yaşlı kafadar arkadaş onu eleştirmektedirler. Konu Ajda’nın genç kalmasının sebebi ve estetik ameliyatlarıdır. Masaları sahneye yakın olduğundan sanatçı da kendisini eleştirdiklerini hisseder ve onları tek tek hareketli bir şarkısında sahneye çeker. Güzel ve mahcup bir show başlar.
Yine bir gün eğlenceler ve maceralar devam ederken, haberlerdeki konuya dayanarak oteldeki misafirlerden biri bunları tanıyarak takip etmiş ve odalarına giderlerken o da arkalarından gitmiştir.. Kapıyı müsait bir zamanda çalar. Acilen konuşmak istediğini söyler.( Burda misafir sanatçı olarak OKAN BAYÜLGEN i düşündüm). Kadınlar onu içeri alırlar ve adam niyetinin bozuk olduğunu yavaş yavaş anlamışlardır. Konuşa konuşa onu balkona çıkarmışlardır. Kadınlar hafif paniktedir ve içerde aralarında konuşurlar. Onlar konuşurken balkonun kenarında oturan adam dengesini kaybederek aşağıya düşüvermiştir. Yaşlı kadınlar son anda onu düşerken görmüş ve öylecede kalakalmışlardır. Adam şans eseri hâlâ yaşamakta ise de her tarafı kırılmış ve alçıya alınmış durumda iken bile polise bildiklerini anlatmıştır. Kadınlar tutuklanarak İstanbul’a getirilirler. Artık bütün iş, bankada kasada görevli olan adama kalmıştır. Aynalı camın arkasında bir kaç yaşlı kadın gösterilir ona . Adam, bankayı soyan kadınların daha genç olduğunu ve bu gördüğü kişiler arasında onların olmadığını söyler. Birkaç sorudan sonra hepsi serbest bırakılır. Polis yine de kuşku içinde kalmış olsa da delil yetersizliğinden dolayı bir şey yapamaz.
Dört arkadaş yine uzaklarda,güzel bir yerde kahveleri içmektedirler. Sohbet hoşdur , keyiflidir. Kamera uzaklaşır ve aynı masada onlarla birlikte oturan ve onları ele vermeyen bankadaki adamı görüntüler. Firuze ona hâlâ neden kendilerini ele vermediğini sorar. Adam ise onları çalıstırmak ve parayı geri ödetmek istediğini söyler. Hepsi şaşırır ve o yaşta nerde çalısacaklarını sorarlar. ‘’ Bankada mı? ‘’ diye espri yapmayı da ihmal etmezler. Nejla’nın bankada uyuyarak çalışabileceğini söyleyerek arkadaşlarıyla da dalga geçerler. Bankadaki adam onları uzun uzun dinledikten sonra kendisinin orada çalışan bir eleman olmadığını ve bankanın sahibi oldugunu anlatır. Bir an sessizlik olur. Hande yine konuyu anlamaz ve bunakça bir cevap verir. Adam onların hayat hikâyesini ve yaşanan banka soygununu kitap yazarak değerlendirmek istediğini söyler, böylece kitabın gelirinden de bir kuruş alamayacaklarını anlatır. Bilgi karşı gelir, tam haksızlık olduğunu söylerken adam gülerek ,başka seçeneklerı olmadığını anlatır. Bilgi susar. Nejla okuma yazması olmadığını söyler. Bankacı inanmaz ve ‘’ Hatırladığıma göre tek ehliyetli sensin.’’ der ve böylece Nejla’nın kaytarma planı suya düşer. Adam 4 kalem ve 4 defteri çantasından çıkarır ve masaya koyar. Ayrıca masaya bol bol vitamin hapları da koyarak espri yapar. Kitap yazmak için uzun yaşamalarını istediği için bu haplara ihtiyaçları olacağını söyler. Asık suratla dört arkadaş birbirine bakar. Nejla uyumuştur yine ve Bilgi muzipçe, ‘’ Hapların hepsini Nejla’ya içirelim.’’ der ve gülmeye başlarlar. Adam onlara ‘’ Haydi, ben denize gireceğim, size kolay gelsin.’’ diyerek oradan ayrılır. Denize doğru keyifli, kendinden emin bir şekilde yürürken bir ara arkasına baktığında, kadınların ona sinirli bir şekilde baktığını görür ve sırıtır. ‘’Umarım başka pis bir planınız yoktur bana karşı hanımlar.’’ der. Yaşlı kadınların kötü bakışları birden daha da sadistleşmiştir. Akıllarından yine hain bir plan geçmektedir. Saftirik olan, diğerlerinin gülüşmelerine dayanarak onlara, ‘’Ne düşünüyorsanız çok çabuk aklınızdan çıkarın.’’ der. Hepsi kahkahalarla gülmeye başlar. Onları duyan Bankacı denize bir türlü giremez, aklı yaşlı kadınlarda kalmıştır ve bu defa gerçekten tedirgindir bakışları. Kadınlar ona doğru bakıp tatlı tebessümleriyle el sallayarak bu tedirginliğini yine bir gülümsemeye çevirmeyi becermişlerdir.

Senaryo - Hikâye: Lale Selen / Düzenleme: Müşerref Özdaş

14 Temmuz 2010 Çarşamba

KÜL KEDİSİ RÜYA PERİSİ



Önsöz
Yazmış olduğum onlarca senaryo, hikâye,reklam,tiyatro eserlerinin arasına bir de halk tarafından çok sevilen ve tutulan, masallara benzer hikâyeler ekledim. Bu kadın sadece komedi ve dram mı yazıyor demeyesiniz diye senaryolarımın arasına güzel aşk hikâyeleri de ilave ettim. İçinde Prensler ve Prenseslerin çokça görüldüğü masalsı bir öyküsü olan filmler arasına ben de bir tane ekleyerek size armağan etmek istedim. Umarım zevkle okur ve hoşnut olursunuz. Yazmış olduğum eserlerin seçilmişleri ilk defa burada yayınlanıyor, ilk kıymetlim sizlersiniz. Kendime sakladığım eserlerimi ise bir gün filme aktararak daha ileriki bir zamanda evinizin rahat koltuklarında oturarak izlemeniz umudunu sizlerle paylaşmak istedim ayrıca.
İçinizden biri: Yurdunuz insanı Lale

————————————————————————————————————————
Bir Lale Selen Eseridir
2010
SENARYO SiNOPSİST ÖZETi
KÜL KEDİSİ RÜYA PERİSİ
Senaryo: Lale Selen / Senaryo Asistanı: Müşerref Özdaş
Rüya, çok güzel fakat kendi güzelliğinin kıymetini bilmeyen bir genç kadındır. Annesi ve babasının ölümünden sonra kendisine onlardan kalan küçük bir evde yaşamaktadır. Yine kendisine ait olan bir seyyar mısır satış arabası ile belirli caddelerde ve çoğu zaman Kapalıçarşı’da mısır satmaktadır. Boş zamanlarında ise Açık Öğretim’de okuduğu için ders çalışmakta,yaşamını bu şekilde sürdürmektedir. Gezip tozması da çok nadirdir.
Komşuları ve arkadaşları tarafından da çok sevilmekte ancak çoğu onun 30 yaşına yaklaşmasına rağmen hâlâ yanlız yaşamasına anlam verememektedir. En yakın komşusu olan bir yaşlı kadın onu her onu gördüğünde veya pişirdiklerinden onun da tatması için getirdiğinde şöyle demektedir: ” Ah kızım ah, güzelliğinin farkında değilsin. Kül kedisi gibi eve kapalısın. Üstelik başında üvey ana da yok. Neden güzelliğini saklarsın bilmem ki?” Rüya bu sözleri her duyduğunda ona sevgiyle gülümsemektedir.
Rüya’nın bir özelliği de erkek fatma gibi dolanması ve bazı bazı potlar kırmasıdır. Bu haliyle de olsa yakınındakilerin sevimli kızıdır o. Her sene sınavlarının hepsini başaramasa da yine yılmadan okumaya, çalışmaya, baştan almaya devam etmektedir. Kahvede oturan yaşlı amcaları da ona zaman zaman bu konuda takılsalar da onunla bu şekilde de olsa iki çift laf etmekten hoşlanmakta, ona baktıklarında mücadelesinden dolayı duygulanmakta ve onunla gurur duymaktadırlar.
Rüya’nın bir problemi bulunmaktadır. Evine yıkılma emri çıkmış, o bu kararı her zaman ileri bir tarihe erteletmeyi başarmıştır. Haftalar, aylar geçmiş, yakınındaki çoğu ev yıkılmış o hâlâ içinde doğup büyüdüğü baba ocağını yıktırmamak için direnmektedir.
Bir Pazartesi günü direnişlerinin sonu gelmiştir artık. Genç kadın o gün, mısırlarını sattıktan sonra evine döndüğünde evinin yerle bir edildiğini görmüştür. Eşyaları komşuları tarafından dışarı çıkartılmıştır. Rüya adım adım, gözlerine inanamayarak, bir elinde tuttuğu mısırı neredeyse düşürecek kadar büyük bir üzüntü içinde evine yaklaşmaktadır. Uzaktan evinin yerle bir edilmiş halini ilk fark ettiğinde yemekte olduğu mısırlar dişlerinin arasında kalmış, çiğnemeye bile fırsat bulamamış, yere tükürmüştür kahrolmuş bir şekilde. Bir gün bunun olacağını bilse de o an onun için büyük bir şok olmuştur. Ağzının etrafında hâlâ yapışmış mısır parçaları görülmektedir. Rüya bir an donakalmış ve gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştır. Komşuları da üzgün yüz ifadeleriyle uzaktan onu izlemektedirler.
Akşam karanlığı çökmüş, genç kadın yıkılmış evinden geri kalan bir duvar parçasının üzerinde oturmuş derin derin düşünmektedir. Kararlıdır ve yaşamak istememektedir. Artık onu ayakta tutan evi de gitmiştir. Komşuları ne kadar ısrar etse de o gece onu oradan uzaklaştıramamışlardır.
Ertesi gün öğlen sıcağında Rüya, düşünceler içinde bir yolda yürümektedir. Bu yol onu bir köprüye götürmüştür. Kapalıçarşı’daki mısır arabası açılmamış, bir kenarda durmaktadır. Herkes onu merak etmiştir. Onu konuşmaktadırlar kendi aralarında. Bu sırada Rüya köprünün ortasına kadar gelmiştir. Akşamdan beri silinmemiş, yıkılmış evden geri kalan tozlarla kaplı gözlüklerini de takmıştır. Köprünün kenarına dayanarak bir yandan aşağıdaki suya bakmakta, bir yandan uzun uzun düşünmektedir. Kimse onun bir ölüm hazırlığında olduğunu bilmemektedir.
Uzun uzun suyu seyrettikten sonra atlamaya karar vererek kenardaki taşlara tutunur ve o sırada aşağıdan geçen bir yat ilişir gözüne. Yatın içindeki genç kadınlar yüksek sesli ve hareketli bir müzik eşliğinde eğlenmektedirler. Yatın sahibi olan uzun boylu adam da onları seyretmektedir. Yattan gelen müzik öyle yüksek seslidir ki ta uzaklardan bile duyulmaktadır. Yatın arka taraflarındaki bir kız çocuğu ise kendi kendine dolaşıp çevreye bakınmaktadır. Rüya, yatın köprünün altından geçmesini beklemek için bir ara duraklamış fakat intihar düşüncesinden vazgeçmemiştir. Yat köprüye doğru yaklaştığında arka taraflardaki küçük kız dengesini kaybetmiş ve suya düşüvermiştir. Bunun sadece Rüya görmüştür. Diğerleri farkında bile değildir. Rüya elleri ile uyarma cabasi yattakilerin dikkatini cekmemistir. Buraya geliş ve orada bulunma amacı bu dünyadan ayrılmak için aşağıya atlamak olan Rüya’nın gözleri bir anda şaşkınlıkla fal taşı gibi açılıvermiş ve ani bir kararla bir hayat kurtarmak için suya atlayıvermiştir.
Köprüden ayak üstü atlayıp suya girdikten sonra olanca hızıyla kızın düştüğü yere doğru yüzmüş ve kıza ulaşarak koltuk altlarından tutarak kıyıya doğru zorlanarak yüzmeye başlamıştır. Kız bir hayli su yutmuş ve ölüm korkusuyla Rüya’ya sıkı sıkıya yapışmışır. Zorlukla da olsa kenara ulaşabilmişlerdir. Rüya, suyun kenarında kıza ilk yardım çalışması yapmaya ve yuttuğu suları çıkarmaya çalışmaktadır. Küçük kız öksürerek yuttuğu suları dışarı çıkarmıştır. Biraz kendine gelebilmiş, hem titreyerek hem de korku içinde yine ona sarılmıştır. Rüya da bu çabadan dolayı büyük yorgunluk içindedir. Bir süre birbirlerine bakarlar. Daha sonra küçük kız ona, babasının nerde olduğunu sormuştur. Rüya, oradan uzaklaşan ve kızının suya düştüğünden haberi olmayan babayı, yatın görüldüğü istikamete doğru elini uzatarak gösterir: ” Baban sanırım orda.”
Onların etrafına toplanan, ne yapacağını şaşıran insanlar da giderek artmaktadır. Bu araba çağrılan ambulans gelmiştir. Rüya, önce ambulansa binmek istemez fakat kendisini sorumlu tuttuğu için küçük kızın hatırına binmiş ve hastaneye gitmişlerdir. Haber verilen baba korku ve telaş içinde hastane kapısından içeri koşarak girmiştir. Kızının bulunduğu odaya giren adam yatakta yatan kızını görünce daha da paniğe kapılarak ne kadar sorumsuz davrandığının farkına varmıştır.
Kızının hayatını kurtaran kadını görmek ister. Doktorlar ona köşedeki bir sandalyede oturan kadını göstermişlerdir. Rüya karnını doyurmaktadır ve ağzı dolu olarak adama küçük bir tebessümle bakmıştır. Adam ona defalarca teşekkür ederek minnetini göstermeye çalışmış ve adresini istemiştir. Rüya adama boş gözlerle bakmış ve hiçbir şey diyememiştir. Oradan ayrılmak icin ayağa kalkmış, önce küçük kızın yanına giderek vedalaşmış ve sonra dışarı çıkmıştır. Adam ondan cevap alamadığından peşinden giderek tekrar sormuştur. Onu mükafatlandırmak istemektedir. Rüya, bu defa gülümseyerek, şimdilik sokakta yaşadığını ve Kapalıçarşı’daki mısır arabasının yanında yaşadığını söylemiş ve adamın yanından ayrılmıştır.
Küçük kız evde tepinmekte, onu kurtaran kadını tekrar görmek istediğini söyleyip durmaktadır. Yanına kızını da alarak Kapalıçarşıya giden adam birkaç kişiye sorduktan sonra Rüya’nın yerini öğrenir ve onu bulur. Rüya, bir anda onları karşısında görünce şaşırmış ve tatlı bir tebessümle karşılamıştır onları. Mısırlarından da ikram etmiştir.
Rüya, intihar edeceği günü ve bu düşüncesini unutmaya çalışmaktadır. Artık kendisini Allah’ın önlediğini düşünmekte ve yaşamaya gayret göstermektedir. Kendisine kalacak bir yer bulana kadar ihtiyar komşusunda kalacaktır.
Rüya bir gün hastalanır ve işine gidemez. Onu tekrar ziyaret etmek isteyen küçük kız Yağmur ve babası Kenan, mısır arabasının bulunduğu yere giderler ve onu göremezler. Esnaftan Rüya’nın evinin yıkıldığını ve bunalımda olduğunu, biraz da olsa onun yaşadığı hayatı öğrenmişlerdir.
Kenan Bey, bir süre sonra kızının bir bakıcısı olmasına rağmen kızının Rüya’yı çok sevmesi ve onun gelmesini istediği için Rüya’ya kendi evlerine geçici olarak taşınmasını teklif etmiştir. Zar zor ikna ederek Rüya’yı eve getirirler. Birkaç parça eşyası ile gelen Rüya’ya bir oda verilir. O gün evde olan Kenan bu eşyalara bakakalır. Odasına yerleşirken durmadan bir şeyleri düşürerek telaşla toplayan Rüya, bir yandan da evi incelemektedir. Bir yandan da elindeki elmayı ısırıp durmaktadır. Karşısındaki bu güzel ve garip kadına şaşkın bir şekilde bakan Kenan’ın yüzünde de belirli belirsiz bir tebessüm vardır.
Daha ilk günden iyi bir arkadaş olmuştur Rüya ve Yağmur. Kenan bir şirket sahibidir ve devamlı çalışmaktadır. Rüya’nın eve gelişinin ikinci gününde, çalışma odasının tam üstünden durmaksızın top sesleri gelmektedir. Rahatsız olup yukarı çıkan Kenan kızı ile birlikte basket oynayan Rüya ile karşılaşır. Sinirini belli etmez ve kibarca buna son vermelerini, isterlerse bahçede oynayabileceklerini söyler. Tekrar çalışma odasına indiğinde bu defa aynı sesler bahçeden gelmektedir. Rüya ve ufaklık çalışma odasına denk gelen duvara top atarak oynamaktadırlar.
Kenan sinirinden bir şey yapamaz. Hizmetçisi içeri girer ve ona akşam yemeğinde ne yemek istediğini sorar. İsteğini söyleyen Kenan, hizmetçiye ayrıca bahçede oynayan Rüya’nın tabağına uyku ilacı koymasını ister gülerek. Hizmetçi kendisine ters ters bakıp çıkar odadan.
Bir başka akşam Kenan banyoya girmek için hazırlık yapar. Havlusunu, bornozunu eline alarak banyoya girer ve girer girmez gördüğü manzara ile şoka uğrar. Rüya bacağına ağda yapmaktadır. Kenan ona orada ne işinin olduğunu sorsa da Rüya rahat bir tavırla istifini bozmadan diğer banyodaki ışığın yetersiz olduğunu ve burayı tercih ettiğini söyleyerek cevap verir ve özür de diler. Kenan da onu: ” Gözlüklerinin camını temizlersen daha iyi görürsün.” diyerek cevaplamıştır. Gerçekten de gözlük camları bile ağda ile bulaşmış ve yapış yapıştır. Aynı zamanda Kenan, kenarda duran bir havluyu aldığında da ellerine ağda yapışmış ve iyice sinirlenerek oradan bir an önce çıkmaya çalışmıştır.
Kenan bütün bunlara kızı için katlanmaktadır. Çünkü onun hayatını Rüya’ya borçludur. Akşam yemeklerinde çok nadir beraber yemek yerler. Bir akşam sofrada Kenan Rüya’ya bakar devamlı. Rüya, masada hiçbir şey bırakmamakta, ne varsa silip süpürmektedir. Yakınlarındaki hizmetçisine: ” Yarın için komple bir kuzu çevir, misafirimiz ancak doyar.” deyivermiştir.
Günler böyle gelip geçmektedir. Bazen Kenan’ın okuması için eve alınan gazete berbat bir şekilde, buruşuk, darmadağınık bir halde getirilmektedir önüne. Bazen de yüksek sesle açılmış bir müzik eşliğinde kızı ile Rüya’nın danslarını seyreder. Eve eskiye göre bir hayli canlılık gelmiştir. Kenan evine ziyarete gelen misafirlerine Rüya’yı pek göstermemeye çalışmaktadır. Ve eskiye göre daha az misafiri de gelmektedir.
Sıcak bir günde Kenan, evin badanası için hizmetçisi ile konuşurken Rüya girer araya. Kendisinin de çok iyi badana yapabildiğini söyleyerek evi boyamayı teklif eder. Her ne kadar Kenan bu teklifi kabul etmese de onun evde olmadığı bir gün Rüya ve Yağmur evi boyamışlardır. Eve geldiğinde donakalır Kenan. Kendilerine hoş görünen duvarlar Kenan’ın gözünde bir faciadır. Hizmetçisine neden olayı önlemediğini sorduğunda, hizmetci tehdit edildiğini söyleyip espri yaparak mutfağa kaçar. Evin duvarları karmakarışık renklere boyanmıştır.
Kenan’ın hemen arkasından, beraber oldukları ama ayrı evlerde yaşadığı sevgilisi girmiştir içeri. O da girer girmez donakalmıştır. Üstelik de akşama evde yemekli bir parti vardır. O saate kadar evi acilen çağrılan ustalar boyayarak halletmişlerdir.
Rüya akşam davetli olan misafirlere gönüllü olarak hizmet etmeyi istemiştir. Hizmetçi ile iyi anlaştığından ona bu fikrini kabul ettirmiştir. Fakar sakarlıkları o gece de devam etmiş ve Kenan’ı fena halde sinirlendirmiştir. Hemen hemen her on dakikada bir, mutfakta bir şeyler yapmaya çalışırken elinden bir şeyler düşürmektedir. Çıkan seslerden Kenan ve sevgilisi rahatsız olup bazı misafirler de dalga geçmeye bile başlamışlardır. Kenan misafirlere karşı mahcup olmuştur.
Bir gün salonda Kenan’ın da iyi bir gününde, birlikte içtikleri kahve eşliğinde yaptıkları sohbette kızının suya düştüğü o günde köprüde ne işinin olduğunu sormuştur Rüya’ya. Rüya önüne bakarak uzun uzun düşünmüş ve gerçekleri anlatmaya başlamıştır. Duyduklarından çok etkilenen ve üzülen Kenan ona bir daha böyle bir şeyi kesinlikle düşünmemesi konusunda nasihatlerde bulunur. Rüya, gülerek artık böyle bir şeye gerek duymayacağını, kocaman bir evde oturduğunu söyler. Kenan içinden, ev benim evim diyerek yalancıktan sırıtır.
Bir an için ona çok acımıştır Kenan. Kızı Yağmur o varken çok mutludur. Her yere onunla birlikte gitmektedir. Derslerine de yardımı olmaktadır. Kızının mutluluğu için her şeye katlanmaya devam edecektir Kenan.
Aldığı bir davet üzerine havuzlu bir evi olan arkadaşına kızı ile gidecek olan Kenan, kızının ısrarla Rüya’yı da yanında istemesi üzerine hep birlikte gitmek zorunda kalmıştır. Gittikleri yer çok kalabalıktır. Rüya son derece mütevazi ve sadedir. Bu Kenan’ın çok hoşuna gitmiştir. Çünkü ilk anlarda rezil olmaktan korkmuştur. Ama bu gerçekleşmemiştir.
Kısa bir an sonra Rüya evde bulduğu bir gitarı eline alıp çalmaya başlamış ve etrafına toplananlar giderek artmaya başlamıştır. Gitara hakimiyeti çok iyidir. Yağmur da yanıbaşında durup ona eşlik etmektedir. Uzaktan gitar sesini duyan Kenan da bir süre sonra oraya gitmiş ve Rüya şarkı söylemeye başladığında yüzünün ifadesi bir anda değişivermiştir. Rüya’nın berbat bir sesi olsa da kendinden emin fakat yanlış bir şekilde söylemeye devam etmektedir şarkısına.
Rüya’ya etrafında toplananlar alkışlarla eşlik etmekte, onları dinlemeye devam etmekte olan Kenan da hafif bir gülümseme ile kafasını sallayarak bakmaktadır Rüya’ya.
Bir gün Kenan eve geldiğinde ve her yerde mısırlar görmüş ve şaşırmıştır. Mısırlar ayıklanmış, kabukları bir yerlere, püskülleri bir yerlere dağılmıştır. Mutfakta mısırdan geçilmez olmuştur. Bir açıklama isteyen Kenan onun daha önce ısmarladığı mısırları pazarcıdan almak zorunda kaldığını öğrenmiştir. Tüm aile birkaç gün arka arkaya mısır yemekten ishal olmuştur.
Bir hafta sonu Rüya, Yağmuru da yanına alarak mısır satmaya gider. Yağmur bu geziden çok memnun ve mutludur. Kenan eve geldiğinde onları bulamayınca hizmetçiye nerede olduklarını sormuş ve aldığı cevapla şaşırmıştır yine. Mısır sattıkları yere gittiğinde onları mısır arabasının başında satış yaparken bulmuştur. Kızı da başına güneşten korunmak için bir şapka geçirmiş, müşterilere mısır satmaktadır. Kızgınlıkla yanlarına giderek ne yaptıklarını sorar. Onu rezil ettiklerini söyler. Tanıdıkları birinin kızını görebileceğinden çekinmektedir. Ne Rüya ne de Yağmur ona aldırış etmemiş, işlerine devam etmişlerdir.
Mısırlar bittiğinde hep beraber eve dönerler. Kenan arabada onlara söylene söylene yola devam etmekte ise de onların hâlâ umurunda olmadığını görerek daha çok sinirlenmektedir.
Ertesi gün mısırları Kenan’ın kapısının önündeki cadde üzerinde satmaya çıkmışlardır. Bunu eve geldiğinde gören Kenan küplere binmiştir öfkesinden. Tek çare olarak bu mısır arabasını Rüya’dan satın almayı düşünmüştür. Fazlasıyla ödeme yaparak anlaşırlar ve Rüya’nın mısır arabasını satın alır. Mısır arabası artık bahçedeki eşya deposuna, eskilerin arasına kapatılmıştır.
Bir akşam Kenan’ın Veteriner Hekim olan bir arkadaşı gelir yemeğe. Rüya ile yemekten sonra sohbete başlarlar. Kenan sevgilisiyle bir başka odada telefonda tartışırken, arkadaşı ile Rüya’nın samimi sohbeti alıp başını gitmiştir. Sohbette Kenan’ın arkadaşı Rüya’ya bir hayat arkadaşı olup olmadığını sormuştur. Rüya bir hayat arkadaşı olmadığını anlatıp içini dökmeye başlamıştır. Doktorun onu dinlemesi hoşuna gitmiş ve rahatlatmıştır. Yaşlanmakta olduğunu ve hâlâ bir hayat arkadaşı olmadığını, yaşayamadığı ve özlem duyduğu duygular olduğunu anlatmaya devam ederken doktora gelen ani bir telefonla oradan ayrılmak zorunda kaldığında ona izin gününde neden çalıştığını sormak gereği duymuştur Rüya. Doktor ona ineklerin doğum sancılarının ne zaman tutacağının belli olmadığını söyler gülümseyerek. Bunun üzerine Rüya şaşırarak yarım saattir bir veterinere derdini anlattığını anlamış olur.
Kenan’ın arada bir evine gelen sevgilisi de Rüya’dan artık daha çok rahatsız olmaya ve fırsat buldukça onu eleştirmeye başlamıştır. Bu durum Yağmur’un hiç hoşuna gitmez. Kadın çok asortik ve kendini beğenmiş bir yapıda, despot bir tavır içindedir. Her geldiğinde Rüya’yı evin hizmetçisi gibi görüp ona hükmetmeye çalışmaktadır.
Rüya bir gün hastalanmıştır. Hizmetçi ona hazırlamış oldugu çayı verir ve yatmasını önerir. Rüya odasına geçmiş, uyumuştur. Kenan işinden eve geldiğinde evdeki sessizliği merak ederek hizmetçiye Rüya’nın nerede olduğunu sorarak öğrenmiştir hasta olduğunu. Onu merak ederek odasına gitmiş ve kapısını hafifçe tıklatmış, ses gelmeyince kapıyı hafifçe aralayıp içeri bakmıştır. Rüya, yorganı bacaklarının ortasına alarak uyumuştur ve tüm vücudunun şeffaf güzelliği ortaya çıkmıştır. Kenan, onu bu şekilde görür görmez hemen kapıyı kapatıp çıkacağı sırada kısa bir süre duraklar ve kapı aralığından tekrar ona bakarak gülümser ve kapıyı kapatıp gider.
Gece Yağmur, bir ara usulca Rüya’nın koynuna girmiştir ve orada uyumaya devam etmiştir. Kenan, sabah kızına bakmak istemiş ve odasında bulamamıştır. Birden aklına Rüya’nın odası gelmiş ve gerçekten de oraya baktığında onları sarmaş dolaş bir şekilde uyurken bulmuştur. Bu sahne onu duygulandırmıştır.
Yine bir gün Rüya Kenan’ı çileden çıkarmış ve ona iyice çıkışmasına sebep olmuştur. Kenan ona koskocaman bir kadınsın, 30 yaşındasın dediğinde o da 29 ’unda olduğunu söylemiştir. Çocukça tavırları Kenan’ı çileden çıkarmaya devam etmektedir.
Günler, haftalar geçer, Yağmur gün geçtikçe Rüya’ya daha çok bağlanmakta ve onu daha çok sevmektedir. Kenan bir gece eve geç geldiğinde, kızını Rüya ile birlikte salonda, karanlıkta korku filmi seyrederken yakalar. Her ikisinin de elinde çerez vardır ve yanaklarına çerez kabukları yapışık vaziyettedirler. Kenan, salonun lambasını açtığında karşısındakilerin ondan çekinmelerini beklerken tam tersi, ondan ışıkları tekrar kapatmasını istemişlerdir.
Bazı günler değişik sebeplerle Kenan, Rüya’ya bıkıp usanmadan kızının küçük olduğunu hatırlatmak zorunda kalmaktadır hâlâ. Kenan ve asortik sevgilisi, bir gün yine, Rüya’nın evde barınma sebebinden dolayı büyük bir kavga etmişler ve kadın Kenan’ı ayrılıkla tehdit ederek evden kapıyı çarparak çıkıp gitmiştir. Hizmetçi için de bu durum soğuk esprilerine iyi bir fırsat yaratmıştır.
Derin düşüncelere dalan Kenan’ı memnun edebilmek için Yağmur ve Rüya aralıksız bir şekilde onu oyalamaya çalışacak bir şeyler bulup getirmektedirler. Bir süre sonra Kenan bundan sıkılarak onlara kızmış ve rahat bırakılmak istediğini söylemiştir. Rüya buna çok üzülmüş ve odasına giderek ağlamaya başlamıştır. Bunu gören Yağmur, yanına gelerek babasına kafa tutmaya başlamıştır. Babasına bağırarak şöyle der: ‘’ Bak, o şimdi senin yüzünden filmlerdeki gibi kendini yatağına attı ve ağlıyor. Sen de git de filmlerdeki gibi kapıyı kırarak içeri gir ve özür dile ondan.’’ Bunun üzerine Kenan kızına: ‘’ Anlaşılan sana sadece gerilim filmleri değil, aşk filmleri de izletmiş o huysuz kadın.’’ der ve çalışma odasına kendisini kapatır.
Kenan daha sonra, akşamüstü dışarı çıkmış ve fena halde içkili bir şekilde, geç saatlerde eve dönmüştür. O an mutfağa süt içmek için inen Rüya, kapıyı birinin anahtarla açmaya çalıştığını duymuş ve merak ederek kapının arkasında uzun bir müddet beklemiştir. Nihayet dayanamayıp ‘’ Kim o? ‘’ diye sorunca Kenan’ın ‘’ Aç.’’ diyen sesini duymuştur. Rüya, kapıyı açmış ve Kenan’ın çok sarhoş olduğunu görmüş, durmadan sallanan ve tökezleyen Kenan’ı odasına götürmek istemiş fakat başaramayarak onu en yakındaki salon koltuğuna bırakmıştır. Ardından da onun üzerindeki ayakkabı, ceket ve çoraplarını çıkartmaya çalışmıştır. Kenan ise bir yandan konuşmakta ise de ne konuştuğununda farkında değildir aslında. Sadece saçmalamaktadır. Rüya’dan yanında oturmasını istemiş ve onu çekerek yanına oturtmuştur. Ona kızgındır, içini dökmeye, sevgilisinin onun yüzünden çekip gittigini ve herşeyin onun yüzünden alt üst olduğunu söylemeye başlamıştır. Rüya ona sarhoş olduğunu bildiği için fazla aldırmaz. Sabah olduğunda ona söylediklerini hatırlatmaya karar vermiştir. Kenan’dan gitmek için izin istediğinde Kenan onu tekrar yanına çekmiş ve birden göz göze gelmişlerdir. Kenan Rüya’nın gözlerinin içine derin derin bakarak onu öpmeye başlamış, Rüya ona karşı koymaya çalışsa da başaramamıştır. Rüya bu öpüşmeden hoşlanmış ve kendi kendine de utanmıştır.
Ertesi sabah Kenan hiçbir şey hatırlamaz ve her şey daha önceki günlerde olduğu gibi devam etmekte, genç kadın ondan gece onu öptüğünü hatırlamasını beklemektedir. Bu sebeple suratı biraz asıktır o sabah genç kadının. Onu gördüğünde ilk sözü şu olmuştur: ‘’Dün beni evden kovdunuz Kenan Bey.’’ Kenan ona ‘’ Sarhoştum, hatırlamıyorum. Belki de senin kuruntundur bu.’’ diye cevap vermiştir. Rüya bunun üzerine cevap vermeden odadan çıkıp gitmiştir.
Günler böylece zaman zaman hareket ve gerilim içinde geçip gitmekte ve Kenan kendince Rüya’yı adam etmeye, Rüya da Yağmur’u kendine benzetmeye çalışmaktadır. Bu olup bitenden en büyük zevk alan da hizmetçi ise de belli de etmez pek.
Aylar, günler hızla geçmektedir. Kenan, büyük bir yatta şirketinin 10. yılını kutlayacaktır, herkes davetlidir. Rüya da davet edilmiştir. Kenan onu davet ederken inşallah yine rezil olmam düşüncelerini de taşımaktadır. Yağmur Rüya’nın da o partide bulunacağını öğrenince ona cok güzel bir elbise ayarladığını söylemiş fakat annesinden kalma bir elbise olduğunu belirtmemiştir. Elbise o kadar güzeldir ki, Rüya giyip üzerinde gördüğünde onun nereden geldiğini bile sormamıştır. Kafası karmakarışıktır. Ani bir davet olduğu için Rüya saçlarına ne yapacağını da bilememiştir. Fakat ona da hizmetçi çare bulmuş, bir telefonla eve özel kuaför va ayakkabı getirtebileceğini söylemiştir. Kendisini bu kadar düşünen hizmetçiye sarılıvermiştir Rüya bir anda. Geç saatlerde onları buraya nasıl getirteceğini hizmetçiye sorduğunda, elindeki kartı göstererek: ’’ Kenan Bey’in GoldCard’ı sağolsun.’’ diyerek espri ile karışık cevaplamıştır.
Kısa bir müddet sonra eve kuaför ekibi ve ayakkabı satıcısı malzemeleriyle gelmiştir. Kapı açıldığında ’’ Evet, Kül Kedisi Operasyonu hazırdır.’’ diye gülen yüzlerle girmişlerdir içeriye.
Rüya çok mutludur, kendi kendine hayaller kurmakta, orada belki hayatının prensine rastlayabileceğini söylemektedir. Heyecanlı olduğundan devamlı sorular sormaktadır. Hizmetçi ona gülümseyerek cevaplar vermektedir.
Kenan da vereceği parti ile ilgilendiginden partiye şirketten direkt olarak geçmiş, eve uğramamıştır. Ancak eve Rüya’yı alması için bir şoför yollar. Gece olmuştur ve şoför onu almaya gelmiştir. Hizmetçi ve Yağmur onu çok güzel olduğunu söyleyerek ve hayranlıkla seyrederek uğurlamıştır. Rüya o gece gözlüğünü de takmamıştır. Genç kadın arabaya bindikten sonra hizmetçi ile Yağmur cama koşmuş ve ona el sallamaya devam etmişlerdir. Rüya çok heyecanlıdır. Yata yaklaşmışlardır. Partinin bulunduğu yere çok yakın bir yerde durur şoför ve arabadan inmesi için kapısını açar Rüya’nın. Partiden dışarı rahat sohbet edebilmek için çıkmış olan bir kaç davetli, dimdik ve şaşkın, büyülenmiş gözlerle Rüya’ya bakmaktadırlar. Rüya yata yaklaşmış ve içeri girmiştir. İçeri girdiğinde tüm gözler büyük bir merak ve dikkatle onun üzerine çevrilmiştir.
Kapıdaki görevlilere selam verdikten sonra, kendi başına içeride dolanmaya devam eder. İkram edilen ordövrlerden ve şampanyalardan almış, çevresini izlemeye devam etmeye başlamıştır. Elindeki yiyecekten bir lokma alarak yutmuş fakat daha önce hiç şampanya içmediğinden aldığı yudum boğazında kalmış, hafifçe öksürmeye başlamıştır.
Biraz zaman geçtikten sonra Kenan uzaktan gördüğü bu güzel kadına bakakalmış, üzerindeki elbise de dikkatini çekmiştir. Kadına yaklaştıkca onun Rüya olduğunu ve ölmüş olan karısının elbisesini giydiğini anlamıştır. Biraz önce yüzü gülen adam şimdi birden sinirlenmiştir. Rüya arkasını döndüğünde Kenan’ın ona doğru hızlı bir şekilde yürüdüğünü ve yüzünün de asık olduğunu görmüştür. Tam ona gülümseyecekken onun yüksek sesle çıkışmalarına maruz kalıvermiştir birden.
Kenan Rüya’ya bakıp güzelliğinden büyülenmişse de yine de ona kızgındır ve çıkışmalarına, incitici sözlerine, hesap sormalarına devam etmiştir. Rüya’nın üzerinde ölmüş karısının elbisesini görmek onu perişan etmiştir. Rüya’nın duydukları karşısında artık gözleri yavaş yavaş yaşlarla dolmaya başlamış, yanaklarından ilk damla süzüldüğünde elbisesinin eteklerini yukarı çekerek kapıya doğru koşmaya başlamış, birkaç davetlinin elindeki bardağın da yere düşmesine sebep olmuştur. Kenan ona çıkıştığı için çoktan pişman olmuş, hatasını düzeltmek için arkasından koşup seslenmiştir. Onu duymuş olsa da genç kadın dönüp bakmamış fakat yattan dışarı çıkmak üzere iken ayakkabısının topuğu yatın merdivenine takılmış, çıkaramadığı için de orada bırakıp koşmaya devam etmiştir.
Kenan gelerek ayakkabıyı sıkıştığı yerden çıkarmış, tekrar Rüya’ya sertçe seslenmiş, bu defa Rüya öfkeli bir bakışla arkasına dönüp bakmıştır. Kenan ayakkabısını uzatarak ayakkabısını ona vermek istediğinde Rüya daha da sinirlenerek ayağından rahat koşabilmek için çıkardığı ve eline almış olduğu diğer ayakkabısını Kenan’a doğru fırlatmış, ayakkabı Kenan’ın alnına denk gelmiştir.
Acı bir ses çıkartmıştır Kenan. Bir elinde onun ayakkabısının tekini , diğer eliyle de kanayan alnını tutmaktadır.
Rüya ağlayarak arabaya biner ve gider. Ama gideceği yer o ev değildir. Artık kararlıdır o eve gitmeyecektir. Yağmur ne kadar burnunda tütse de geri dönmez. Yağmur çok yanlızdır evde, hizmetçinin de suratı asıktır, hatta Kenan bile gülemez artık. Evin eski neşesi yoktur. Herkesin canı fena halde sıkkındır. Evde sanki bir cenaze çıkmış gibi hüzün vardır. Kenan düşüncelerdedir ve devamlı Yağmur’a bakmaktadır. Onun mutluluğu için evine aldığı kadına kendisinin de ne kadar alışmış olduğunun hatta aşık olduğunun farkına varmıştır.
Daha önceleri Rüya’nın kızına korku filmleri seyrettirmesine kızan adam şimdi kızını memnun edebilmek için ona filmler almakta fakat kız salonda sadece yastık üzerinde derin düşüncelerle yan yatmaktadır. Babası ayakta onu güldürebilmek için hokkabazlık yapsa da kızı donuk ifadeyle bakmakta, dokundurucu ve kara mizah içeren espriler ile karşılık vermektedir. Kendisinin çocuk yuvasında olmadığını hatırlatarak odayı terk eder. Kenan arkasından bakar sadece. Rüya da bunalımdadır. O akşam Kenan’dan kaçtıktan sonra yine yaşlı komşusunun evine gitmiştir geçici olarak kalmak için.
Yaşlı kadının kapısını küçük bir çocuk çalmış ve yaşlı kadın kapıyı açınca küçük çocuğun elindeki çikolataları almış ve bir tane de ona hediye etmiştir. Çocuk yaşlı kadının ricası üzerine çok sayıda çikolata alıp getirmiştir oraya. Rüya içindir bunlar. Yaşlı kadın bir süre sonra genç kadının kapısını açıp içeri girdiğinde yatağının üzerinde çok sayıda çikolata kağıtları görmüştür. Tek tek hepsini açıp yemiştir Rüya. Gözleri de ağlamaktan şişmiştir. Yaşlı kadın yine yanında ona getirdiği öteki çikolataları da sehpanın üzerine koymuş ve onun saçlarını okşayarak üzülmemesini söylemiştir. Daha sonra kafasını sallayarak odadan dışarı çıkmıştır kapının zili çaldığı için. İçeriye diğer yaşlı komşular gelmişlerdir onun ve Rüya’nın halini hatırını sormak için. İçeri girdiğinde yaşlı ev sahibinin elindeki çikolata kağıtlarını gören komşu kadınlardan biri ‘’ Depresyon çikolatalarından arta kalanlar sanırım .’’ diyerek yüzünü asmış, daha sonra da birlikte çay koymak için mutfağa geçmişlerdir.
Kenan’ın bir akşam vakti kapısının zili çalmış ve kapıya gidip kendisi bakmıştır. Kapıyı açtığında ona bakan üç yaşlı kadınla karşılaşır. Boyları Kenan’dan kısa olduğundan onun yüzünü görebilmek için yukarı doğru bakmaktadırlar. Kapı açılmıştır ama hiç sesleri çıkmaz yaşlı kadınların. Rüya için gelmişlerdir.Kenan onları içeri devat ederek dinlemiştir nazikçe.
Aradan uzun bir zaman geçmeden bir mucize olmuştur. Rüya arkadaşlarını Kapalıçarşı’da ziyarete gider ve hepsini tek tek selamlayarak kendisinin de daha önce mısır sattığı köşedeki arkadaşlarına yaklaşır. Onlara doğru karşılaştığı arkadaşlarıyla selamlaşarak ve konuşarak ilerleyen genç kadın bir anda duraklar ve gördüklerine şaşkın bir şekilde bakakalır.
Karşısında gördüğü kişi Kenan’dır. Yanıbaşında da kızı Yağmur durmaktadır, Rüya’dan satın alınan mısır arabasının arkasında. Kenan ve kızı birlikte mısır satmaktadır. Onların yanına yaklaşarak şöyle bir süzer ama sesini çıkartmaz. Kenan’ın kafasındaki şapkaya çok gülmüştür daha sonra. Yağmur’a sarılıp kucağına alır ve öpüşüp koklaşırlar. Kenan, Yağmur’dan müsaade isteyerek Rüya’yı bir kenara çekmiştir. Eline Rüya’nın yattan kaçarken geride bıraktığı ve o gece birini de kafasına yediği ayakkabıları almıştır. Onları genç kadının ayağına giydirmektedir.
Her ikisinin ortasına geçen küçük kız bir babasına bir de Rüya’ya bakarak onların edalı konuşmalarını dinlemektedir. Kenan o gece için özür dileyerek başlamıştır söze, Rüya ise yine üste çıkmaya çalışmaktadır. Kenan biraz yüksek sesle konuşmaya başlamış, Rüya da yine savunmaya geçmiştir kendini.
Uzaktan birbiri ile didişmeleri görüntülenmektedir. Yağmur sesini çıkarmadan onları izlemektedir. Bu sahnenin görüntüsü gitgide uzaklaşmakta iken Kenan artık bu didişmeye dayanamayıp çareyi onu susturmak için öpmekte bulmuştur. Birden onu kendine doğru sertçe çekerek dudaklarına yapışıp öpmeye başlamıştır. Kül kedisi belki bu öpücüğü bir mısır arabasının önünde düşünmemiştir ama mutludur. Başı dönerek kollarını Prensinin boynuna dolamıştır. Onları bu şekilde gören esnaf birden şaşırmışsa da durumu az çok anlayıp Rüya için mutlu da olmuşlardır. Yağmur ise içlerindeki en mutlu kişidir. Yaşamlarına bir peri girdiğini düşünmektedir. Ama bir rüya perisi değildir o. Adı Rüya’dır ve yanıbaşlarında durmaktadır.

Onlar mutlu, ben de mutluyum. İyi okumalar, iyi canlandırmalar. Sonunda onları kavuşturdum ya ne mutlu bana… Belki siz de bir gün bir yerlerde Rüya Perinize rastlayıverirsiniz, belli mi olur… Ya da Prensinize…
Senarist-Yazar: Lale SELEN

24 Haziran 2010 Perşembe

SABAH ZEYNEP'LE AĞLASIN



SABAH ZEYNEP’LE AĞLASIN


TV-TİYATRO SAHNE SKECİ

Aşağıda yazdıklarımla TV de yayınlanan sabah programı ve benzerlerinin ne kadar uyduruk, kıytırık, zaman öldürücü, kalite arayışından ve içerikten uzak olduğunu ortaya koymaya çalıştım. Malzeme ne kadar basit, yetersiz olsa da reytingler yükseklerde dans etmektedir. Gözyaşı ve ajitasyon ile, ah vah ederek parayı cebe indirebildikleri bir gerçektir. Ne kadar acı ve gözyaşı, reyting o kadar tavanda… Sevgili Reha Muhtar’ın anchorman ( ana haber sunucusu ) olduğu zamanlarda Ateş Hattı programında bir konuğa yönelttiği şu soru gibi: Acı var mı acı? Sen ondan haber ver. Ne kadar acı o kadar reyting. Bu işlerin ve para kazanmanın raconu maalesef acı oldu artık. Meğerse toplumca acıyı ne çok severmişiz. Birbirimizin derdi için ne çok ağlayabilirmişiz. Ağla sevgili yurdum insanı, ağla! Damlaya damlaya göl olur, pardon yani ağlaya ağlaya para olur…

Bu arada Okan Bayülgen’i de kutlamak istiyorum son sinema filminde bu konuyu mükemmel bir şekilde vurguladığından dolayı.

Ağla, gülmeyi beceremeyen, acılara tutkun yurdum insanı, ağla!

Sevgilerimizle…
Yurdunuz insanı Lale ve Müşerref.

Lale SELEN
___________________________________________________________________________

TV-TİYATRO SKECİ

BIR KAHVALTI SAATİ PROGRAMI

Anlatıcı:
-Medya, daha doğrusu televizyon kanalı ile sesini duyurmaya çalışan binlerce insanımız yine bir kahvaltı programına başvuruda bulundular. Eh, ne yapsınlar, başka türlü seslerini duyuramıyorlar ki; kanuni yoldan kapıları kapalı, arka çıkanları yok… Evet, halleri bu işte. Şimdi dinleyelim ve görelim sayın izleyiciler, sevgili konuklar.

Anlatıcı iç ses:
- ( Bu da reyting fırsatıdır bizim için, kaçıracak mıydık yani. Sunucu, yapımcı, ben… gözümüzü kapatıyoruz, sizleri yani paracıkları görüyoruz her an.  Ayağımıza kadar gelen kısmeti tepmek yakışır mı bize? )

Anlatıcının bu girişinin ardından sahnede hazırlanan kapı açılır, elinde sıkı sıkıya yapıştığı gitarı ile koşar adım bir erkek şarkıcı girer içeri ve en hazin şarkılarından birini söylemeye başlar.

Şarkısı bittikten sonra sunucu yanına gelir, sarılarak hoş geldiniz diyerek alkışlar bir süre… Koltuklar boştur. Sunucu şarkının ve şarkıcının reklamını yapar CD’sini gösterir, şarkıcının sahne aldığı mekânı tavsiye eder. Sonra onu otluğa oturtarak sahneye döner.

Sunucu Zeynep:
-Hoş geldiniz benim güzel, nazik, vefakâr, cefakâr seyircilerim, hoş geldiniz. Sizleri ne kadar seviyorum bilemezsiniz. İnanın sizleri çok arıyorum. Hele hafta sonları geldiğinde bir an önce pazartesi gelsin diye bekliyorum sekiz gözle.
Evet, şimdi yine bir hüzünle yeni bir haftaya, yeni programımıza başlıyoruz. Maalesef dünya dönmeye devam ediyor ama ne dert azalıyor ne de keder. İşte biz dertlerinize çare olmaya çalışıyoruz. Sizleri dinliyor, sorunlarınızı düzeltmeye, çözmeye çalışıyoruz.

Birbirinden ilginç ve birbirinden acılı vakalara şahit olacağız bugün de. Maalesef günlük hayatımızda ailelerde eşlere şiddet çoğalmakta. Bu sebeple de bugün aramızda yine eşlerinden ve ailelerinden şiddet görmüş vatandaşlarımız, kardeşlerimiz, konuklarımız olacak. Tanınmamaları ve rencide olmamaları için de yüzlerini kapattık.

( Ağlamaklı bir ifade ile sunucunun çağırdığı dört erkek ürkek adımlarla içeri girer.Gelen erkeklerden biri sunucunun elini öpmeye kalkınca sunucu hırsla elini çeker. Sonra yerlerine otururlar. Gelenlerin kafasına birer kesekağıdı geçirilmiştir, sadece göz kısımları kesilerek açıkta bırakılmıştır.)

Sunucu Zeynep:
-Hoş geldiniz, hoş geldiniz, buyurun oturun. Evet, ilk konuğumuzun derdini kendi ağzından dinleyelim. Acınızı ben deşmek istemiyorum daha fazla, size bırakıyorum sözü, ne kadar isterseniz o kadar deşin kendinizi. ( Tam burada sunucu acıma moduna girer).

Nuri:
- Merhaba, benim adım Nuri. Ben bir kuma kurbanıyım. Resmi nikâhlı eşim ve üç ayrı imam nikâhlı eşim bir olup beni sokağa attılar. Her gün onlardan dayak yedim, kafamda saç kalmadı. Ama yine de hayalleri gözümde tütüyorlar, hasretleri burnumda tütüyor… Çok mağdur durumdayım. Devletten yardım bekliyorum. Günlerdir sokakta yaşıyorum, pislik içinde dolaşıyorum. Koynuma alacak bir tane bile karım kalmadı.

Sunucu Zeynep:
-Aman Tanrım, yani ciddi misin, seni bu duruma kadar mı getirdiler? Sen saçını süpürge ettin, karılarının hepsine gücün yetti bir de dayak mı yedin?

Nuri:
-Şimdi bana yardım edecek misin bacım? Benim kalabilecek bir yere ve bir hatuna ihtiyacım var. Üremem lazım, çoğalmam lazım, devletimizin çoğalması lazım. Devlet bunu istiyor benden. Öyleyse bana biraz yardım eli de uzatır değil mi?

Sunucu Zeynep:
-Evet, her nerede ve nasıl bizi izliyorsanız lütfen bu mağdur adama yardım elinizi uzatın sevgili izleyenlerim. Uzatın ki günlük yaşantısından ve alışkanlıklarından geri kalmasın.

Şimdi gelelim Bilal Bey’e. Buyurun Bilal bey, sizi dinliyorum.

Bilal:
-Baldız bana gaydı.

Sunucu Zeynep:
-Nee?

Bilal:
-Baldız bana gaydı.

Sunucu öksürmeye başlar ve programına devam eder.

Sunucu Zeynep:
-Neco Bey, sizin durumunuzu az evvel yazmış olduğunuz mektupta okudum ve gerçekten çok üzüldüm. Buyurun, sizin ağzınızdan tekrar dinleyelim.

Neco:
-Zeynep Hanım, ben bitmişim, ben karıma yetinemiyorum, bana çok eziyet ediyor. Her gün yemek yapıyorum, mezeler yapıyorum, karımın içki âlemine katkıda bulunuyorum yine dayak yine dayak yiyorum. Her seyrettiği diziden sonra polemiğe giriyor benimle. Oradaki karakterler gibi olmamı istiyor sürekli. Kişiliğimi unutmaya başladım. Her Allahın günü başka biri oluyorum onun için. Kaçıp gideceğim ama gidecek yerim yok. Anam, babam da çekeceksin diyor. Bir kere gittim attılar onlar da beni evden. Madem sen istedin en başta, çekeceksin diyorlar. Bir gün artık dayanamadım modern hayata uymaya karar verdim, metroseksüel oldum. Saçlarımı jöleledim, bacaklarımı tıraş eder oldum, göğsümün kıllarını lazerle aldırdım… O istedi diye tanga bile giydim.

Sunucu Zeynep:
-Peki Neco Bey, eşiniz çok mu içki içiyor, neden tedavi görmüyor?

Neco:
-Bir kere teklif ettim de eşşek sudan gelene kadar beni dövdü.

Sunucu Zeynep:
-Sizin eşşeğiniz de mi var?

Neco:
-Ne eşşeği ya lafın gelişi o.

Sunucu Zeynep:
-Sonra…

Naci:
-En kötüsü karım içip içip alem yapıyor, beni kız arkadaşlarına satıyor. Ben de insanım, makina değilim ki. Bir de formumda olmayınca onu rezil ediyorum diye beni duvara bağlayıp kırbaçlıyorlar hepsi birden.

Sunucu Zeynep:
-Yani sado- mazo usulü gibi mi?

Naci :
-Her neyse, sado- mazo mudur nedir işte öyle yapıyorlar. Vitamin kaybından geçenlerde hastanelik oldum. Doktorlar dalga geçti, beni sapık sandılar. Bilmezler ki benim neler çektiğimi. Bir de Hastanedeki hasta bakıcı ve hemşire çekti beni odaya.

Sunucu Zeynep, konuşmaya başlamak için tam ağzını açtığında araya yine Bilal girer.

Bilal:
-Baldız bana gaydı.

Sunucu Zeynep :
-Eee… anladık kaydı tamam.

Evet sayın izleyicilerimiz, her zamanki gibi, şimdi size alt yazıda geçtiğimiz telefon numaralarını aramanızı istiyorum. Size bugünkü sürprizim bir cep telefonu, Yam- Yam Shop’tan, en son model bir cep telefonu… Lütfen bizi aramaya devam edin. İçinizden biri bugün bu güzel hediyeye sahip olacak. Ve, veeee ve ilk arayana Never Come Back Airlines’dan bir uçak bileti ve tatil fırsatı… Ne güzel değil mi?

(Alt yaz olarak bir kız çocuğu telefon numarasını yerde sürükleyerek geçer. Fakat telefon numarası seyircilere değil sahne tarafına dönüktür. Sunucu öfkelenir).

Sunucu Zeynep:
-Kızım bu ne, uyuyorsun ayakta. Numara bana bakıyor, çevir çevir onu çabuk, çevir. Çıldıracağım ya, nerden buluyorsunuz bunları böyle.

( Kız numarayı doğru yöne çevirir, bunu yaparken de sunucuya seyirciler görmeden dilini çıkarır ve yoluna devam eder).

Sunucu Zeynep:
-Evet, gelelim son konuğumuza.

(Bilal yine araya girer).

Bilal:
-Baldız bana gaydı.

Sunucu Zeynep:
-Ay inanmıyorum ya, bozuk plak gibi aynı şeyi tekrarlayıp duruyor. Tamam anladık…

Sunucu Zeynep:
-Efendim, bir reklam aramız var. Malum buna mecburuz, sizi bunaltsa da çileden çıkarsa da bu böyledir. Sponsorlarımızdan yararlanabilmemiz için reklamlar uzun uzun seyredilecek. Ne düşündüğünüzü biliyorum. Hiç bir yararı yok, ama sinirden kaşınsanız da, kızsanız da bunalsanız da izleyeceksiniz. Hahahhaaaaa…

‘’Reklamlar!’’ diyen ilgi çekici bir kadın sesi duyulur ve yine az önceki dil çıkaran kız ‘’ Reklamlar ‘’ yazan bir pankart ile sahnenin önünden aval aval seyirciye bakarak yürür geçer.

(Bu arada arka planda sunucu yönetmenle didişmektedir).

_ Ay, sinirden patlayacağım şimdi. Kimse aramıyor. Ne oldu, hatlarda bir bozukluk mu var? Çok az kişi aradı. Para girmiyor. Bana para getirecek malzeme ve arayanlar lazım. Uyuz uyuz konukları doldurmuşsunuz içeri. Kimse de lafa karışmıyor, ajite etmiyor. Acı istiyorum ben, daha çok acı… Bak bakalım yüzüme Reji.. yeterince acı var mı? Şimdi konuklar gelecek içeri… bitti mi reklamlar? Başlıyorum, tamam…

.

Reji: 5…4…3….2…yayındayız.

Sunucu Zeynep:
-Buyurun İlhan Bey sizi dinleyelim şimdi de.

İlhan:
-Bacım, ben töre kurbanıyım, yani beni vuracaklar. Köyde ailemin istediği kızla evlenmedim diye peşimdeler hepsi. Başka bir kadına kaçtım. Şimdi bütün köy peşimde. Namus davası diye tutturdular. Önce abimin eşi olan kadına vermek istediler abim ölünce. Kadın benden 20 yaş büyük. Aile oturmuş karar vermiş işte. Kadın odun gibi, kesin abimin de başını o yemiştir..Sonra ben de sevdiğime kaçtım. Şimdi öldürecekler beni.

Sunucu Zeynep:
-Vah vah, ay inanamıyorum, töre uğruna ne kararlar veriliyormuş. Yirmi yaş da az değil hani. Sarkmış, buruşmuş olmalı sanırım. Bu ne ya? senelerdir aynı dava… Önce abisiyle evlen sonra kardeşiyle. O kadına da yazık değil mi, hiç söz hakkı yok mu? İnsan kaynının koynunda nasıl zevk alır ki… Şey pardon, çok özür dilerim, birden kendimi kaybettim. Öhö.öhö..Peki şimdi nasıl ve nerde yaşıyorsunuz?

İlhan:
-Karımın dayısının evinde kalıyoruz. Anadolu yakasında, Üsküdar’daki evinde. Çarşı içi, Solak Sinan mahallesinde.

Sunucu Zeynep:
-Evet, şimdi bu zavallı adama yardım eli uzatmanın zamanı geldi. Lütfen kendisi ile irtibata geçin ve ona yardım elinizi uzatın. Devlet büyüklerimizi de yardıma çağırıyorum.

Bilal yine araya girer.

Bilal:
-Baldız bana gaydı.

Sunucu Zeynep:
-Hasbinallah.

Sunucu yerinden kalkar, arkadan hafifçe jenerik müziği duyulmaktadır. Artık sunucu programın son konuşmalarına geçecektir.

Sunucu Zeynep:
-Evet, sayın izleyicilerimiz, yine bir programın sonuna geldik.Yine acılarınızı paylaştık…Yarına tekrar yeni acılarla görüşmek üzere hoşça kalın, her zaman bizimle kalın sizi seviyorum… Yarınki programa telefon ile katılacak izleyicilerimize olağanüstü bir sürprizimiz var, Ham Shop’tan bir cep telefonu ve yanına ben, ama bu sefer ücretsiz…

Herkes gider en son Bilal kalır, aval aval etrafına bakar, sahnede yalnızdır.Ve yine aynı sözünü tekrarlar.

Bilal:
-Baldız bana gaydı.

( Ardından sahne biter).

Yazan: Lale SELEN
Metin editörü: Müşerref ÖZDAŞ

21 Haziran 2010 Pazartesi

BİR REKLAM VE DOĞUM GÜNÜ PASTASI




ÖZSÖZ VE BİR REKLAM

Bir gün Almanya’da bir şirket için reklam yazmam için telefonla arandım, sevgili arkadaşlar. Karşımdaki insan şirketin reklam bölümü ile ilgilenen biriydi. Onlara, kimsede olmayan bir reklam yazmamı istediler. Telefon görüşmemiz sırasında yaptığım önerilerimi kabul etmediler, zira anlamadılar. Düşüncemde olan reklamın boyutunu ve kalitesini anlayamadılar. Alışkın değillerdi çünkü. Biliyorsunuz yurt dışında bizi rezil edecek basit reklamlara hedefiz. Senaristlere başvuruda bulunmadan kendilerinin rast gele yazdıklarını ve tasarladıklarını açıkça söyleyenler maalesef öyle çok ki. Bir gün bir şahıs bana şunları söyledi:’’ Benim yeğenim yazıyor reklamları, şimdi onun elinden alırsam gücenir.’’ Veya: ‘’Günde yüz kişi arıyor bizi kaldırın şu reklamları, çok çirkin.’’ Kaldırın o zaman dediklerinde de bu kez adam: ‘’ Olsun, ben para ödedim kaldırmam reklamımı’’ diyor.

Bir gün de bu camianın içindeki biri bana şunları söylemişti: ‘’ Kesinlikle seninle çalışmam, sen bu işin tekniğini öğrenir ve sonra bana rakip olursun, gider bir reklam ajansı açarsın.’’
Yaaa, kardeşim Almanya’da reklam ajansım var dediğin anda millet gülüyor…

Bu arada şu iki şirketi kutlamak isterim. Ay Yıldız sim kartı ve Pınar reklamları Türkiye’de yapılmıştır ve yüksek kalitededirler. Türkiye’de de yapılan reklamlar çok ayrı bir boyut taşımaktadır.

Sevgili arkadaşlar, yine bir gün Türkiye’de olan bir Food firmasına reklam için çağırıldım. Çünkü yazmış olduğum senaryolar ancak Türkiye’de anlaşılırdı. Reklamımda milyonlarca yıl önce yaşayan Dinosoria ailesinden gelen T-Rex canavarını tasarladım ve bu canavar piknikte olan vatandaşların yanına gelip... İşte böyle devam ediyordu reklam. Neyse aradan iki sene geçtikten sonra, bu canavarı sevgili Cem Yılmaz’ın filminde gördüm. Ha, burada şunu da söylemeliyim ki kesinlikle kopyalanmış falan değil, sadece kendimin de Cem Yılmaz gibi fikirler ürettiğimi, ortada sayılı veya tek bir yetenek olmadığını söylemek istiyorum aslında.

Hep bir yerlerde ya çok geç ya da erken başlıyorum bir şeylere. Çoğu dostum benim fikir ve yaratıcılık olarak Cem Yılmaz ve Aysel Gürel arasında gidip geldiğimi söylerler.

Bu arada ben baştaki konuyu iyice dağıttım sanırım. Şimdi yeniden Almanya’ya geri dönelim. Beni telefonla arayan şahıs sucuk reklamı isteyince ve benim önerilerimi geniş boyutta bulunca ve çok daha ucuza kaçan bir senaryo isteyince, ben de ona sinirlenerek dalga geçtim ve şunları söyledim:’’ Abi, as sucukları ağaca sallansın gitsin.’’ dedim ve telefonu kapattım. İki hafta sonra da bir TV reklamında sucukların ağaçlara asıldığını gördüm. Benim dalga geçtiğim konuyu adamlar reklam yapıyorlar. Bu görmüş olduğum sevgili Cem yılmaz’ın söz konusu filmine yakışan tek sahneydi.

İşte karşılaşmış olduğum bu trajikomik olaylardan dolayı artık Almanya’da kesinlikle bir reklam yazmayacağım, bu kararı aldım.

Bir gün de zeytin reklamı için bir erkek dansöz istemişlerdi benden. Onlara da şu öneriyi verdim: ‘’ Nasıl bir kategoride istersiniz sahneleri, erkek dansözün meme uçlarına mı yapıştıralım zeytinleri, o da bu şekilde dans etsin, ne dersiniz?’’ Çok sinirlendiler ve bir daha aramadılar.  Ne alaka dedim, zeytin ve dansöz!

Bir gün de dev bir araba markasına reklam tasarladığımı bildirdim. Bu arada şu da var ki şirketler direk seninle irtibata geçmiyor, her şirketin iyi veya kötü, beraber çalıştığı reklam ajansları vardır, bağımsız çalıştığımdan dolayı kimse beni kabul edemezdi asla. Rakip olmak reklamcılar açısından bir felakettir. Neyse Almanya’da dev bir araba markasına bir gün kimsenin elde edemeyeceği pahalı ama manyak bir reklam tasarlamıştım. Onlardan sadece kulak istedim. Neyse ki reklam ajanslarına başvurmamı istediler. Ha bu arada şunu da diyeyim, Türk şirketleri insana cevap verme nezaketinde bulunmamaktadırlar ama Almanya’da iki günde bu cevabı alıyorsunuz. Nerde kalmıştım… Tasarladığım reklamın içereğini hiç öğrenmedi bu dev araba markası. Onların çalıştığı ajansa sunmadım. Tekrar düşünün ve beni dinleyin dedim çünkü yarın çok geç olabilirdi. Ve oldu… O dev araba markasına yazmış olduğum asrın en güzel ve pahalı reklamı olacaktı.

Kısaca belirteyim reklamın içeriğini: Karanlık bir akşamda bir barda kavga eden iki grup, dışarda ise 5 araba arka arkaya, yan yana oraya gelmek için yoldalar… Kuş bakışı görüntüler… Kavga, dövüş ve arabaların onlara doğru yol almaları ve harika bir müzik, Michael Jackson’dan (Rock my World).(Dinlemek isterseniz müziği dinleyin belki hayal gücünüze destek olur). Daha sonra kavga hızlanır, sandalyeler fırlatılır ve arabalar arka arkaya tek tek Lokanta- Bar’ın arkasına gelir, kavgadan bir grup dışarı kaçar ve tek tek arabalara binerek oradan ayrılır. Bir tanesine ise gerçek kimliği ile Michael Jackson biner, söylediği tek kelime: ‘’ Rock my Car ‘’ olur.

Evet, canlarım bu tasarımın hepsini yazmadım ve fikir olarak kimse öğrenemedi amacımı, belki bendeki inat ta beni yanılttı, keşke açıklasaydım. O an egomu yenemedim, ama artık ezip geçiyorum. Bu tasarımı dev araba şirketine yazdıktan tam 6 ay sonra zaten kalbimizin tek kralı vefat etti. Yine bir şeylere geç kalmış oldum! Onu hala çok seviyoruz.

Lale SELEN



SEVGİYE ON KALA ÖLÜME BEŞ

Ya zamanından erken gelirim;
Dünyaya geldiğim gibi,
Ya zamanından çok geç;
Seni bu yaşta sevdiğim gibi.
Mutluluğa hep geç kalırım;
Hep erken giderim mutsuzluğa.
Ya her şey bitmiştir çoktan,
Ya hiçbir şey başlamamış daha
Öyle bir zamanına geldim ki yaşamın
Ölüme erken sevgiye geç.
Yine gecikmişim bağışla sevgilim;
Sevgiye on kala, ölüme beş...


Aziz NESİN


___________________________________________________________________________


Şimdi aşağıdaki reklamı size sunuyorum… iyi okumalar.




Sigorta Reklamı



Bir Lale Selen eseridir.



Kız ve erkeklerden oluşan bir grup üniversiteli genç, bir evin ahşap merdivenlerinden yukarı çıkmaktadırlar. Hepsinde aynı kıyafet vardır. Bu gençler bir şirkette animatör olarak görevlidir. Ve değişik kategorilerde şirkete hizmet etmektedirler. Şirket onlara ayı kıyafeti giydirip dışarıda reklam dağıtın dese, gençler bunu yapacaktır.

Gelelim başa…

Bir grup genç merdivenlerden yukarı çıkarlar. Ellerinde büyük bir pasta vardır. Başka bir genç öğrencinin elinde ise bir kâğıt vardır. Ve ahşap merdivenlerden yukarı çıkarken bir kapı gösterir arkadaşlarına. Gençler bir kadının sevgilisi tarafından doğum günü sürprizi yapmaları için kiralanmıştır. Onlardan istediği, sevgilisine, yaş gününde pasta ve şarkı ile sürpriz yapmaları, bunun ardından yazmış olduğu kısa mektubu sevgilisine okumalarıdır. Zarf kapalıdır, birazdan açılacaktır.



-Evet, burası geldik, sessiz olun. Hazır mısınız? Hadi kapının önüne toplanalım, Tolga sen öne geç pastayla, Dilek sen de zile bas.



Dilek zile basar. Birkaç saniye sonra kapıyı üzerinde eski bir sabahlık olan kadın açar. Kapıyı açar açmaz daha bir şey demeden tüm genç öğrenciler, görevleri gereği ellerindeki pastayı kadının yüzüne yapıştırırlar ve yaş günü şarkısını söylerler.



-İyi ki doğdun Tülin, iyi ki doğdun Tülin, iyi ki doğdun, iyi ki doğdun, iyi ki doğdun Tüliiiinnnnn…



Kadın yerinden kıpırdamaz, yüzündeki pasta ise yavaş yavaş akmaya başlar. Tek gözü ortaya çıkar. Bakışları sinirlidir. Dilek hemen cebine yerleştirdiği kâğıdı çıkartır ve kadının sevgilisinin yazmış olduğu mesajı okumak için hazırlanır. Yan taraftaki diğer kapıdan sesleri merak eden başka bir komşu da kapısını aralayarak onlara bakmaya başlamıştır. Dilek yüzü pasta ile kaplı kadına olan mektubu okur.



-Tülinciğim, yaş günün kutlu olsun. Hani sana demiştim ya, seninle yaş gününde tanıştık, bir yas gününde de kesin ayrılırız diye… İşte o gün, bu gün canım. Senden ayrılıyorum. Nice mutlu yıllara.



Dilek okurken son satırlarda yavaşlar, elindekinin soğuk bir şaka olduğunu ve kadına bunun hiç iyi gelmeyeceğini anlamıştır, paniktedir. Kapıdaki kadın sessizliğini koruduktan sonra ilk kelimelerini söyler. Tolga da korkarak sessizce ‘’ Battık.’’ der.



Kadın konuşur:

-Umarım iyi bir sigortanız vardır.



Hepsi şaşkınlaşmış ve tedirgin bir şekilde bakışmaktadır. Başlarını yan kapıya döndürürler.

Yan köşedeki kapıdan onların sesini duyarak kapısını aralayarak olanları izlemekte olan kadın gençlere seslenir:

-Tülin benim!


Lale SELEN

12 Haziran 2010 Cumartesi

PAMUK KALPLER



( Kısa Film hikâyesi
Bu bir Lale Selen eseridir)


PAMUK KALPLER
( Bir insanlik Hikâyesidir )

-Ömer hadi oğlum, ne olur uyuz uyuz yürüme, bak geç kalıyorum işe. İşten atılırsam inan ikimiz için de iyi olmaz. Koşar mısın biraz, oğlum… Elindeki şekeri sallama, her yerime yapıştırıyorsun.

- Tamam anne, beni taşırsan çabuk gideriz.

-Daha neler, canım çıkar seninle kucağımda, kocaman çocuk oldun.

Leyla tek çocuklu yanlız yasayan ve hayatla mücadelesinde de tek başına olan genç bir kadındır. Üniversitede Otelcilik Bölümünü bitirdikten sonra çok sevdiği erkek arkadaşı ile evlenir. Ondan bir erkek çocuk dünyaya getirir. Tam hayatının en güzel çağında, baharında iken, oğlu da daha ufacık bir yumakken sevdiği erkeği kaybeder. Yaşam mücadelesinde tek başına kalan genç kadın İstanbul’da referansları ile beğenilen büyük bir otelde kendisine iş bulur. Aylarca işine gelip gider. Kendisi cok sevimli ve çalışkan, işine bağlı olduğundan iş yerinde onu herkes sever, sayar. Leyla bir yandan oğlunun bakımı diğer yandan iş yerinde ayakta kalma çabası ile yorulmuştur. Bir gün oğlunun bakıcısı olan komşusu onlardan uzaklara taşınır ve Leyla ilk defa oğlunu zar zor evde yanlız bırakmıştır. İşyerindeki tavırlarından, bir sıkıntısı olduğunu sezmiştir bekçi Bekir.

Bekci Bekir, otelin alt kısmında küçük bir odada kalmakta ve 24 saat otelin giriş çıkış yapan ziyaretçilerinin arabaları ile ilgilenmektedir. Leyla’yı kendi kızı gibi sevmektedir. Leyla’nın güçlü olduğu görmekte, anlamakta ve her gün yanında getirdiği küçük oğluna, onun çalıştığı saatlerde gizlice bakmaktadır. Bu durumu sadece kendisi ve Leyla bilmektedir.

-Bekir Amca, sana hakkını nasıl ödeyeceğim bilmiyorum. Benimle beraber sen de o kadar tehlikedesin ki.

-Düşünme kızım şimdi bunları, takma kafana… Ne olacak işten atılırsak, eski işe döneriz yine, ayakkabı boyarız.

-Allah korusun Bekir Amca, söyleme öyle.

- Hadi şimdi git sen işine geç kalma. Ben de ufaklığı alır içerde ona yaptığım çorbadan biraz içirir sonra da yatırırım.

Leyla oğlunu öptükten sonra koşarak otelin arka eleman kapısından girer ve hemen görevi olan restaurant bölümüne gider ve işine başlar. Önlüğünü ters taktığı için arkadaşı onu uyarır. Leyla hemen düzeltirken, arkadaşına kafasının karmakarışık olduğunu söyler. Arkadaşı ona güler.

Bekçi Bekir, küçük Ömer’e çorbasını içirdikten sonra pijamalarını giydirir ve ona odadaki küçük televizyonunu açar oyalanması için. Ömer, annesinin gececi olduğu zamanlar orada kalmakta ve sabaha karşı annesinin işi bittiğinde evlerine gidebilmektedirler. Annesinin tek korkusu oğlunun okula başladıktan sonra bu konuyu nasıl halledebileceğidir. Ömer işte böyle, her gece televizyona bakarak uyuyakalmaktadır.

Leyla çalıştığı otelin restaurantını çok iyi bir şekilde yürütür ve işi çok beğenilir. Otelin müdürü Sema Hanım her ne kadar onun çalışmasını beğense de, ona karşı soğuk davranmaktadır. Sema Hanım’ın soğuk davranışları tüm elemenlar için de geçerlidir. Sema Hanm, 50 yaşlarında bir kadındır. Ömrünün yarısını orada çalışarak geçirmiştir. İyi bir yöneticidir. Saatler geçer… Bekçi Bekir otelin altında çalışmaktadır, arada bir kenara çekilir ve bir sigara içer. O sırada bir araba gelir ve onunla ilgilenirken birden yanında Ömer belirir. Bekçi Bekir sağına soluna bakar,onu görmelerinden korkar.
-’’Oğlum, ne işin var burda, seni gören olur, gel hemen odana gidelim.’’ der ve onu tekrar odasına götürür. Ömer’i tekrar yatağına yatırırken küçük çocuğun ateşinin olduğunu fark eder. Bu durumdan endişelenerek Leyla’yı otel telefonundan arar.

-Leyla kızım, bu oğlan alev alev yanıyor, yanında ilaç var mı? Bu satte eczane de bulamam.

Leyla ile konuştuktan sonra, hemen odaya geri döner ve kısa bir süre sonra da Leyla gelir odaya. Elinde ilaç ile oğlunun yanına oturur ve ona su vererek ilacını içirir. Çok az yanında oturur ve onun başını okşar büyük bir üzüntü ve çaresizlik içinde.. Leyla’nın üzüntüsünü gören bekçi Bekir de leyla’nın başını okşar.
Leyla oğluna ilacını verdikten sonra yine işine geri dönmek zorundadır ve her fırsat buldukça oğlunun yanına gider.

Otelin müdürü restaurantın bir köşesinde elinde bir dosya ile oturmaktadır. Gelecek olan 4 büyük otobüs yabancı turistlerin işlemlerini yapmaktadır. Leyla’nın ikide bir oradan ayrılması dikkatini çeker ve onu takibe alır. Epeyce huylanır ve bir süre sonra yine Leyla’nın restauranttan çıkışını görür. Arkasından gizlice onun gittiği yöne doğru gider. Leyla’nın bekçi Bekir’in odasına girdiğini gördükten sonra hemen arkasından gider, Bekir de müdürün geldiğini görür ve heyecanlanır, ona doğru yürür ve lafa tutrmaya çalışır. Bekir’i önemsemeyen müdür onu bir kenara çekerek odanın kapısını açar ve Leyla’nın bir çocuğun yanında, yatağın yanı başında oturduğunu görür. Leyla da, Bekir de mahcup bir durumdadır.

-Ne oluyor burda, bu çocuk kim?

- Sema Hanım, Bekir’in hiçbir suçu yok, onu ben zorladım. Bugün oğlum hasta olduğundan yanımda getirmeye mecbur kaldım.

-Ne zamandan beri böyle çalışıyorsun? Doğru söyle bana.

Leyla hiç sesini çıkaramaz, Bekir de aynı şekilde suskun kalır. Müdür Hanım çocuğa doğru ilerler ve ona sorar.

-Sen ne yapıyorsun burada, her gün burada mısın?

Oğlan küçük olduğundan, ona doğru cevap vermek mecburiyetinde kalır.

-’’Okula başlayana kadar ben hep Bekir Amca’mda kalacağım’’der.

Müdür Hanım, her ikisine de ani çıkış verir.

-’’İkiniz de çıkıyorsunuz, bırakıyorsunuz işi. Derhal, 10 dakikaya kadar hazırlanın’’ der.

Müdür oradan hemen çıkar ve Leyla da ağlayarak restaurana gelir. Onu o halde gören ve olanları öğrenen arkadaşları çok üzülmüştür. Olay tüm otelde duyulur ve onu sevenler buna bir çözüm bulmak, Leyla’nın işine devam edebilmesini sağlamak için çare bulmaya çalışır. Leyla kıyafetlerini değiştirdikten sonra alt kata iner ve herkesle tek tek vedalaşır. Dışarı çıktığında Bekir’in elinden tutarak onun gelişini bekleyen Ömer’ini görür. Bekir de sıkıntılı bir biçimde sigarasını içerek düşüncelere dalmış bir durumdadır.

-Bekir Amca, benim yüzümden sen de işinden oldun.

-Boş ver kızım, takma kafana. Bir hayır vardır bunda da. Napalım kadermiş.

Otelde Leyla’nın tüm arkadaşları bir karar vermiştir. Dört Turist Otobüsünün otele yaklaşacağı zamanı kollayarak ve bunun öneminin farkında olarak, hepsi greve girer. Elinde dosyalarla gezinen Müdür Sema Hanım, olayı ilk başta kavrayamamıştır. Odasına şaşkınlıkla dönüp, tek tek işçileri yanına çağırıp, onlara ne olduğunu sorar. Bu sırada, restaurantta çalışan elemanlar toplu halde Müdürün yanına gelerek işi bıraktıklarını söyler.

-Siz çıldırmış olmalısınız. Ne yaptığınızın farkında mısınız? Derhal işe geri dönün şimdi. Sonra hepinizle konşacağım, Turistler kapıya dayandı neredeyse…

- Leyla’nın işten çıkarılması çok acımasız bir davranış Sema Hanım. Biz de aynı acımasızlığı yaparak size bunu yaşatacağız. Bu durumda burda kimse kalmayacak ve siz tek başınıza kalacaksınız. Siz de bu otelden atılacak, Leyla gibi önünüze baka baka, çaresizlik içinde buradan ayrılacaksınız…

Sema Hanım öfkeli bir şekilde, burnundan soluyarak odasından dışarıya çıkarak koridora fırlar ve Resepsiyondaki elemanların da işi bırakma hazırlığında olduklarını görür. Hepsi tek tek görev yerlerini bırakarak soyunma odalarına doğru giderler. Müdüre Hanım iyice çıldırmıştır. Tek bir tane eleman kalmıştır, onu da diğer iş arkadaşları iterek greve katılmaya zorlar.

Yeniden ne yapacağını bilemeden odasına dönen Sema Hanım’ın çalan telefonu açtığında yaptığı görüşme kısa sürer. Telefonda otelin sahibi ona her şeyin yolunda olup olmadığını ve turistlerin saat kaçta geleceğini sormuştur. Müdür Sema, her şeyin yolunda olduğunu söyleyerek telefonu kapatmıştır. Bunun ardından ani bir kararla tüm elemanlarına bilgi göndererek, işlerinin başına dönmelerini, Leyla ve bekçi Bekir’in de odasına gönderilmesini ister. Hepsi ile de daha sonra yeniden bir görüşme yapacağını söyler.

Elemanlardan biri, hem sevinç hem de aceleyle Leyla’ya telefon ederek durumu bildirir ve mutlu haberi verir. Leyla ve Bekir şaşkın bir şekilde otele dönerken aynı zamanda ürkektirler . Müdüre Hanım onları kapıda beklemektedir.

-Şükredin ki bugün en yoğun günümüz, yoksa ikinize de asla affetmezdim. İşinize paydos ettiğinizde büroma gelin, yeniden konusacağız bu durumu.

Leyla ve Bekir çok sevinçlidir ve koşarak işlerine dönerler. Leyla Restauranta ve Bekir de küçük Ömer’i alıp alt kata iner. Leyla arkadaşlarının kendisine destek olmalarından dolayı çok duygulanmış, onlara teşekkür ederken de gözyaşlarına hakim olamamıştır. Hemen gözyaşlarını silerek kendini toparlamaya çalışır ve işinin başına geçer. Diğerleri de öyle yapar.

Turistler gelmiş, ortalık hareketlenmiştir. Herkes görevini bugün diğer günlere göre daha fazla bir heyecan ve duyarlılıkla yerine getirmeye çalışmaktadır. Odalar dolmuş, karınları acıkan turistlere yemekler hazırlanmıştır. Müdüre Sema bir ara bekçi Bekir’in odasına giderek Ömeri görmek istemiştir. Ömer uyumaktadır. İçerisi loştur. Onun gelmesiyle uyanan Ömer annesinin geldiğini sanarak ‚’’ Anne!’’ diye seslenir. Sema Hanım ışığı açmış onun yanına oturmuştur.

- İsmin ne senin, söyler misin bana?

- Ömer, Teyze.

- Ömer, sen her gün buraya mı geliyorsun?

- Evet, müdür Teyze.

-Sema. Benim adım Sema.

-Tamam, Sema Müdür Teyze.

Müdür gülümseyerek çocuğa bakmaktadır artık.

-Annemle her gün geliyoruz ve bana sakın dışarı çıkma diyor. Burada bir Müdür varmış, ufak çocukları yiyormuş. Dışarı hiç çıkamıyorum ve çok sıkılıyorum burada…
-Demek öyle, çocuk yiyen birisiyim ben ha!

-Peki, senin baban yok mu?

-Babamı bilmiyorum, ölmüş ama resmi var. Yarın getirip gösteririm. Tamam mı?

-Tamam. Demek yarın da burdasın…

-Kimseniz yok mu sana bakan? Burda, ekzoz dumanlarının altında her gün…

-Yok, Müdür Sema Teyze. Annem ve ben varız sadece.

-Akıllı şey seni. Neyse hadi sen yat. İyi geceler sana.

-İyi geceler.

Sema Hanım ayağa kalkar ve gitmek için kapıya yönelir. Tam kapıyı açtığında Ömer seslenir.

-Müdür Sema Teyze.

Sema Hanım geri dönerek ona bakar.

-Sana sarılsam,… Ben sarılmadan uyuyamam, annem de yok.

Sema gülümser ve kapıyı kapatarak geri döner. Yatağında doğrulan Ömer, yine başucuna oturan Sema Hanım’a sıkıca sarılır ve başını onun göğsüne koyar. Yüzünde de saf bir çocuk gülümsemesi vardır. Bir an sesssizlik yaşanır…

Sema ilk defa bu kadar küçük bir çocuğa sarılmıştır. Kendisi hiç evlenmemiş ve hiç ailesi olmamış, orta yaşlarda bir kadındır, hemen kendini toparlamaya çalışır…

Müdür Sema Hanım, odasında Leyla’nın paydos saatinin gelmesini beklemektedir. Bir süre sonra kapıyı tıklatarak Leyla girmiştir içeri. Sema Hanım’ı sessizce selamlar ve ürkekçe bekler onun konuşmaya başlamasını. Ama bir şey söylemediğini görerek kendisi başlar konuşmaya. Sema Hanım sadece düşünceli bir biçimde direk yüzüne değil de öylece ondan tarafa bakmaktadır…

-Tekrar çok özür diliyorum Sema Hanım. Beni işten atsanız da kızmam ama Bekir Amca çok yanlız, lütfen duyarlı olun ona, işten atmayın… Her şeyi anlatacağım size.

-Gerek yok, oğlundan öğrendim her şeyi. Demek ben çocukları yiyorum?

Leyla kıpkırmızı olur.

-Şimdi… Yarın işe aynı saatte geliyorsunuz. Sen evden çıkmadan önce önce sana diplomalı bir bakıcı gelecek

- Sema Hanım, ben bakıcı ücretini ödeyemem. Bu çok büyük bir yük olur bana.

- Sana bakıcıya para öde demedim, onu ben halledeceğim. Sen de her zamanki gibi gelip işine devam edeceksin. O çocuk aşağıda ekzoz kokuları arasında daha ne kadar yaşayabilir sanıyorsun?

-Sema Hanım, inanın ne diyeceğimi bilemiyorum. Bu durumda teşekkür etmek az gelir sanırım. Söyleyecek kelime bulamıyorum.

Sema Hanım hafifçe gülümseyerek son sözlerini söyler:

-Hadi git evine… kelimeleri yarına kadar düşünürsün, acelesi yok…. Yarın tanışır konuşursun bakıcıyla, içine sinmezse bana bildir.

Leyla yaşadıklarına inanamayarak ve gözlerinden yaşlar süzülerek oradan ayrılarak oğlunun yanına iner. Bekçi Bekir de mutludur. O Leyla’dan önce Müdür Hanım’ın odasına çağırılmış ve olanlardan nasibini almıştır. Leyla oğlunun yatağının kenarına oturur ve ona sıkıca sarılır.

-Bugün bir mucize oldu oğlum, bir mucize…

Leyla’nın telefonu çalmıştır, arayan arkadaşlarından biridir. Onu yanlarına çağırmaktadırlar.

-Ömerciğim, sen bekle beni. Sabah olmak üzere, yıka yüzünü, ben birazdan geliyorum. Sonra evimize gideriz.

Leyla odadan çıkar ve koridorda yürür. Arkadaşı ile soyunma odasında sohbet ettikten sonra yanaklarından öperek vedalaşır ve tekrar oğluna gitmek üzere merdivenlerden aşağı iner.

Leyla merdivenlerden inerken zamanın geçtiğini görürüz. Her yeni basamakta biraz daha yaşlanmakta, uzun, salınmış olan saçları toplanmış topuz haline gelmiş görünmektedir… Leyla artık orta yaşlarda bir kadındır. Bir deniz kenarında, güzel bir villanın bahçesinde, genç bir erkek telefonla görüşmektedir…Bu Ömer’dir.

-Nasılsın anneciğim, işler nasıl, ne zaman geliyorsun?

Telefonun diğer ucundaki ses Leyla’nındır. Çalıştığı otelin Müdürü olmuştur.

- Oğlum yoğunum ama işler azalır azalmaz yanınızdayım. Sanırım bu hafta gelirim. Sizleri de çok özledim. Dinlenmeye de çok ihtiyacım var. Bol bol da yüzmek istiyorum.

-Anne bak , Sema Anne’nin de selamı var, gelsin bir an önce de dinlensin biraz diyor.

Sema Hanım iyice yaşlanmış, Ömer ile aynı masada kağıt oyunları oynayarak oyalanmaktadır. Bir yandan da sinsi sinsi gülümseyerek eski huyu olan soğuk mizah anlayışı ile Ömer’e çıkışır:

-Hiç de gel demedim yalancı. Çalışsın dursun, yorulmak ne demek?

Bu arada, ne yaptıysa elindeki son kağıdı masaya açarak oyunun bittiğini söyler ve zafer kazanmış komutan edasıyla masadan kalkarak sahile doğru yürür. Ömer arkasından sevgi ile bakmaktadır.

Sema Hanım, Ömer’le birlikte yazın tadını çıkarmaktadır. Senelerce onlardan ayrılmamış adeta onların ailesinin bir parçası olmuştur. Yalnız bir kadın olan Sema, hayatının ailesini bulmuştur. O soğuk kanlı, işgüzar kadın artık şeker bir ninedir. Ömer, annesiyle telefonda vedalaştıktan sonra oturduğu yerden kalkarak içeri doğru yürürken kapıya doğru elinde limonata bardakları olan hamile, güzel bir kadın yaklaşmaktadır. Bu kadın Ömer’in eşidir. Ömer eşinin yanağına bir öpücük kondurarak karnını okşar. Sevgi ve aşk dolu gözlerle bakarlar birbirlerine…

Sema Hanım, sandaletlerini eline almış, ıslak kumların içinde, hafif hafif kıyıya vuran dalgalardan sıçrayan sularla etekleri ıslanarak ve ufkun kızıllığını seyrederek yürümeye devam eder. Düşüncelere dalıp gitmiş, elleri farkında olmadan saçlarına gitmiş, onları çözerek rüzgara bırakmıştır. Beyazlamış saçlarında ufkun kızıllığı yansımaktadır….

Yazan:Hikaye/ Senarist Lale SELEN
Senarist asistan- redaktör: Müşerref ÖZDAŞ

9 Haziran 2010 Çarşamba

ELİF




UYARICI VE EĞİTİCİ BİR REKLAM HİKÂYESİ

ELİF

Elif, ufacık bir kızdı. Abilerinin derslerine hayranlıkla bakıp onlar gibi kendisinin de bir gün okula gideceği günü iple çekiyordu.

Onların ezberlemek istedikleri şiiri , onlardan önce ezberler ve onları kızdırırdı. Elif’in iki abisi vardı. Annesi bir ev kadını, babası ise belediyede ona verilen görevleri yerine getirmekle uğraşırdı.

Küçük kızın daha birkaç ayı vardı okula başlamasına ve her gün gittikçe heyecanı artıyor ve mutlu bir gülümseme yayılıyordu yüzünde.

Sıcaklar başlamıştı ve Elif’in abileri yakındaki bir dereye her gün yüzmeye gidiyorlardı. Elif de çok istiyordu. Fakat babası geri kalmış bir beyne sahip olduğu için onu devamlı tersler ve hakaret ederdi. << Senin ne işin var yüzmekle, öğrenceksin de ne yapacaksın, kız millleti mayo giymez ayıp, günah>> sözleriyle kızına çıkışırdı. Elif, abileri ile o sıcakta dereye gider ve sadece ayaklarını sokarak serinlerdi. Abileri ise kayalıktan suya atlayarak yüzerek eğlenirler ve serinlerdi. O ise hep hayal kurardı , serin suda yüzme hayalleri... Elif, abileri yorulana kadar orda bekler ve onlar kurulandıktan sonra birlikte eve geri dönerdi.

Küçük kız her defasında babasına yalvarır ve her defasında aynı sözlerle karşılaşır, ağlardı. Elif’in suyla tek temas eden yeri ayakları olurdu her seferinde. Bir türlü yüzmeyi öğrenememişti.

Okul günü gelip çatmıştı. Elif de artık okullu olmuştu, onu okula götüren babasın yolda söylediği << Böyle sevinip zıplama bakalım, ilkokuldan sonra sen de evde anana yardım edeceksin, okulu bırakacaksın >> sözleriyle dehşete düşmüştü. Elif’in okula başladığı ilk günü kararmıştı.
Elif’in ve abilerinin okulu oturdukları köyden bir köy ilerisiydi ve bu diğer köye dereden bir sandalla geçiliyordu. Sandal büyüktü ve içine çok insan alacak kapasitedeydi. Dere ortalara doğru derin ve akıntılı olduğundan insanlar kendi kayıkları ile karşıya geçmesi olanaksızdı. Kış ayları başlamıştı ve Elif hergün mutluluk icinde okuluna gidip geliyordu.

Öyle bir gün gelmişti ki, Elif artık geri dönmeyecekti. Yağmurlu bir günde, karanlığa batacaktı. Senelerin harcadığı, eskittiği sandal bir gün okul dönüşü içine su alarak akıntılarda parçalanacaktı...

Sandalda herkes bir panik içersindeydi. Sandal su alıyor, yalpalanıyordu. İçindekiler ne yapacaklarını şaşırmış, sesleri bile zor çıkar olmuştu. Sandalın sahibi artık sandalı kurtaramayacaklarını anlamış, onun çığlıkları da ötekilere karışmıştı. Hiçbir yerde can simidi yoktu ve yüzme bilenler yüzerek derin suya atlayıp kıyıya yüzmeye başlamışlardı. Küçük kızın abileri de her ne kadar Elif’e sahip çıkmaya, kurtarmaya çalışmışlarsa da, onu tutamamış ve kendileri yüzmeye başlamışlardı. Çığlıklar içinde abileri Elif’e bağırıyorlardı... Elif, yağmurun altında suya yavaş yavaş batıyordu. Kimse onu kurtaramamıştı. Canını kurtaran kenara kadar yüzmeyi başarmış, Elif ise artık derin suda kaybolmuştu. Gözleri açıktı ve çırpınıyordu. Fakat Elif yüzme bilemediğinden o karanlik günde suların içinde yaşamını yitirmişti.

Ufacık bir beden günler sonra derenin köyden çok uzak bir yerinden çıkartılmış ve herkes toplanmış, acı içinde ona bakıyordu. Ailesi de oradaydı. Elif’in yüzünde gülen bir tebessüm, sırt çantasında ise, mayolu bir Barbie bebeği vardı. Bütün sınıf ve okul onun için ağlıyordu, öğretmenleri gözyaşlarını tutamıyorlardı...

Unutulacaktı bir gün o minicik kuş, unutulacaktı... Onu unutamayan biri kalacaktı ki o da babasıydı.
Babası her gün eline küçük kızının mayolu bebeğini alıp kahrolacak, perişan olacak ve gözyaşlarına boğulacaktı...

Sonra neler mi oldu? Onu da sizin hayal gücünüze bırakıyoruz...

Yazan: Lale Selen
Redaksiyon: Müşerref Özdaş