FİKR-İ FİRARİLER

FİKR-İ FİRARİLER
FİKR-İ FİRARİ ( I )

Blog Listem

Bu Blogda Ara

24 Haziran 2010 Perşembe

SABAH ZEYNEP'LE AĞLASIN



SABAH ZEYNEP’LE AĞLASIN


TV-TİYATRO SAHNE SKECİ

Aşağıda yazdıklarımla TV de yayınlanan sabah programı ve benzerlerinin ne kadar uyduruk, kıytırık, zaman öldürücü, kalite arayışından ve içerikten uzak olduğunu ortaya koymaya çalıştım. Malzeme ne kadar basit, yetersiz olsa da reytingler yükseklerde dans etmektedir. Gözyaşı ve ajitasyon ile, ah vah ederek parayı cebe indirebildikleri bir gerçektir. Ne kadar acı ve gözyaşı, reyting o kadar tavanda… Sevgili Reha Muhtar’ın anchorman ( ana haber sunucusu ) olduğu zamanlarda Ateş Hattı programında bir konuğa yönelttiği şu soru gibi: Acı var mı acı? Sen ondan haber ver. Ne kadar acı o kadar reyting. Bu işlerin ve para kazanmanın raconu maalesef acı oldu artık. Meğerse toplumca acıyı ne çok severmişiz. Birbirimizin derdi için ne çok ağlayabilirmişiz. Ağla sevgili yurdum insanı, ağla! Damlaya damlaya göl olur, pardon yani ağlaya ağlaya para olur…

Bu arada Okan Bayülgen’i de kutlamak istiyorum son sinema filminde bu konuyu mükemmel bir şekilde vurguladığından dolayı.

Ağla, gülmeyi beceremeyen, acılara tutkun yurdum insanı, ağla!

Sevgilerimizle…
Yurdunuz insanı Lale ve Müşerref.

Lale SELEN
___________________________________________________________________________

TV-TİYATRO SKECİ

BIR KAHVALTI SAATİ PROGRAMI

Anlatıcı:
-Medya, daha doğrusu televizyon kanalı ile sesini duyurmaya çalışan binlerce insanımız yine bir kahvaltı programına başvuruda bulundular. Eh, ne yapsınlar, başka türlü seslerini duyuramıyorlar ki; kanuni yoldan kapıları kapalı, arka çıkanları yok… Evet, halleri bu işte. Şimdi dinleyelim ve görelim sayın izleyiciler, sevgili konuklar.

Anlatıcı iç ses:
- ( Bu da reyting fırsatıdır bizim için, kaçıracak mıydık yani. Sunucu, yapımcı, ben… gözümüzü kapatıyoruz, sizleri yani paracıkları görüyoruz her an.  Ayağımıza kadar gelen kısmeti tepmek yakışır mı bize? )

Anlatıcının bu girişinin ardından sahnede hazırlanan kapı açılır, elinde sıkı sıkıya yapıştığı gitarı ile koşar adım bir erkek şarkıcı girer içeri ve en hazin şarkılarından birini söylemeye başlar.

Şarkısı bittikten sonra sunucu yanına gelir, sarılarak hoş geldiniz diyerek alkışlar bir süre… Koltuklar boştur. Sunucu şarkının ve şarkıcının reklamını yapar CD’sini gösterir, şarkıcının sahne aldığı mekânı tavsiye eder. Sonra onu otluğa oturtarak sahneye döner.

Sunucu Zeynep:
-Hoş geldiniz benim güzel, nazik, vefakâr, cefakâr seyircilerim, hoş geldiniz. Sizleri ne kadar seviyorum bilemezsiniz. İnanın sizleri çok arıyorum. Hele hafta sonları geldiğinde bir an önce pazartesi gelsin diye bekliyorum sekiz gözle.
Evet, şimdi yine bir hüzünle yeni bir haftaya, yeni programımıza başlıyoruz. Maalesef dünya dönmeye devam ediyor ama ne dert azalıyor ne de keder. İşte biz dertlerinize çare olmaya çalışıyoruz. Sizleri dinliyor, sorunlarınızı düzeltmeye, çözmeye çalışıyoruz.

Birbirinden ilginç ve birbirinden acılı vakalara şahit olacağız bugün de. Maalesef günlük hayatımızda ailelerde eşlere şiddet çoğalmakta. Bu sebeple de bugün aramızda yine eşlerinden ve ailelerinden şiddet görmüş vatandaşlarımız, kardeşlerimiz, konuklarımız olacak. Tanınmamaları ve rencide olmamaları için de yüzlerini kapattık.

( Ağlamaklı bir ifade ile sunucunun çağırdığı dört erkek ürkek adımlarla içeri girer.Gelen erkeklerden biri sunucunun elini öpmeye kalkınca sunucu hırsla elini çeker. Sonra yerlerine otururlar. Gelenlerin kafasına birer kesekağıdı geçirilmiştir, sadece göz kısımları kesilerek açıkta bırakılmıştır.)

Sunucu Zeynep:
-Hoş geldiniz, hoş geldiniz, buyurun oturun. Evet, ilk konuğumuzun derdini kendi ağzından dinleyelim. Acınızı ben deşmek istemiyorum daha fazla, size bırakıyorum sözü, ne kadar isterseniz o kadar deşin kendinizi. ( Tam burada sunucu acıma moduna girer).

Nuri:
- Merhaba, benim adım Nuri. Ben bir kuma kurbanıyım. Resmi nikâhlı eşim ve üç ayrı imam nikâhlı eşim bir olup beni sokağa attılar. Her gün onlardan dayak yedim, kafamda saç kalmadı. Ama yine de hayalleri gözümde tütüyorlar, hasretleri burnumda tütüyor… Çok mağdur durumdayım. Devletten yardım bekliyorum. Günlerdir sokakta yaşıyorum, pislik içinde dolaşıyorum. Koynuma alacak bir tane bile karım kalmadı.

Sunucu Zeynep:
-Aman Tanrım, yani ciddi misin, seni bu duruma kadar mı getirdiler? Sen saçını süpürge ettin, karılarının hepsine gücün yetti bir de dayak mı yedin?

Nuri:
-Şimdi bana yardım edecek misin bacım? Benim kalabilecek bir yere ve bir hatuna ihtiyacım var. Üremem lazım, çoğalmam lazım, devletimizin çoğalması lazım. Devlet bunu istiyor benden. Öyleyse bana biraz yardım eli de uzatır değil mi?

Sunucu Zeynep:
-Evet, her nerede ve nasıl bizi izliyorsanız lütfen bu mağdur adama yardım elinizi uzatın sevgili izleyenlerim. Uzatın ki günlük yaşantısından ve alışkanlıklarından geri kalmasın.

Şimdi gelelim Bilal Bey’e. Buyurun Bilal bey, sizi dinliyorum.

Bilal:
-Baldız bana gaydı.

Sunucu Zeynep:
-Nee?

Bilal:
-Baldız bana gaydı.

Sunucu öksürmeye başlar ve programına devam eder.

Sunucu Zeynep:
-Neco Bey, sizin durumunuzu az evvel yazmış olduğunuz mektupta okudum ve gerçekten çok üzüldüm. Buyurun, sizin ağzınızdan tekrar dinleyelim.

Neco:
-Zeynep Hanım, ben bitmişim, ben karıma yetinemiyorum, bana çok eziyet ediyor. Her gün yemek yapıyorum, mezeler yapıyorum, karımın içki âlemine katkıda bulunuyorum yine dayak yine dayak yiyorum. Her seyrettiği diziden sonra polemiğe giriyor benimle. Oradaki karakterler gibi olmamı istiyor sürekli. Kişiliğimi unutmaya başladım. Her Allahın günü başka biri oluyorum onun için. Kaçıp gideceğim ama gidecek yerim yok. Anam, babam da çekeceksin diyor. Bir kere gittim attılar onlar da beni evden. Madem sen istedin en başta, çekeceksin diyorlar. Bir gün artık dayanamadım modern hayata uymaya karar verdim, metroseksüel oldum. Saçlarımı jöleledim, bacaklarımı tıraş eder oldum, göğsümün kıllarını lazerle aldırdım… O istedi diye tanga bile giydim.

Sunucu Zeynep:
-Peki Neco Bey, eşiniz çok mu içki içiyor, neden tedavi görmüyor?

Neco:
-Bir kere teklif ettim de eşşek sudan gelene kadar beni dövdü.

Sunucu Zeynep:
-Sizin eşşeğiniz de mi var?

Neco:
-Ne eşşeği ya lafın gelişi o.

Sunucu Zeynep:
-Sonra…

Naci:
-En kötüsü karım içip içip alem yapıyor, beni kız arkadaşlarına satıyor. Ben de insanım, makina değilim ki. Bir de formumda olmayınca onu rezil ediyorum diye beni duvara bağlayıp kırbaçlıyorlar hepsi birden.

Sunucu Zeynep:
-Yani sado- mazo usulü gibi mi?

Naci :
-Her neyse, sado- mazo mudur nedir işte öyle yapıyorlar. Vitamin kaybından geçenlerde hastanelik oldum. Doktorlar dalga geçti, beni sapık sandılar. Bilmezler ki benim neler çektiğimi. Bir de Hastanedeki hasta bakıcı ve hemşire çekti beni odaya.

Sunucu Zeynep, konuşmaya başlamak için tam ağzını açtığında araya yine Bilal girer.

Bilal:
-Baldız bana gaydı.

Sunucu Zeynep :
-Eee… anladık kaydı tamam.

Evet sayın izleyicilerimiz, her zamanki gibi, şimdi size alt yazıda geçtiğimiz telefon numaralarını aramanızı istiyorum. Size bugünkü sürprizim bir cep telefonu, Yam- Yam Shop’tan, en son model bir cep telefonu… Lütfen bizi aramaya devam edin. İçinizden biri bugün bu güzel hediyeye sahip olacak. Ve, veeee ve ilk arayana Never Come Back Airlines’dan bir uçak bileti ve tatil fırsatı… Ne güzel değil mi?

(Alt yaz olarak bir kız çocuğu telefon numarasını yerde sürükleyerek geçer. Fakat telefon numarası seyircilere değil sahne tarafına dönüktür. Sunucu öfkelenir).

Sunucu Zeynep:
-Kızım bu ne, uyuyorsun ayakta. Numara bana bakıyor, çevir çevir onu çabuk, çevir. Çıldıracağım ya, nerden buluyorsunuz bunları böyle.

( Kız numarayı doğru yöne çevirir, bunu yaparken de sunucuya seyirciler görmeden dilini çıkarır ve yoluna devam eder).

Sunucu Zeynep:
-Evet, gelelim son konuğumuza.

(Bilal yine araya girer).

Bilal:
-Baldız bana gaydı.

Sunucu Zeynep:
-Ay inanmıyorum ya, bozuk plak gibi aynı şeyi tekrarlayıp duruyor. Tamam anladık…

Sunucu Zeynep:
-Efendim, bir reklam aramız var. Malum buna mecburuz, sizi bunaltsa da çileden çıkarsa da bu böyledir. Sponsorlarımızdan yararlanabilmemiz için reklamlar uzun uzun seyredilecek. Ne düşündüğünüzü biliyorum. Hiç bir yararı yok, ama sinirden kaşınsanız da, kızsanız da bunalsanız da izleyeceksiniz. Hahahhaaaaa…

‘’Reklamlar!’’ diyen ilgi çekici bir kadın sesi duyulur ve yine az önceki dil çıkaran kız ‘’ Reklamlar ‘’ yazan bir pankart ile sahnenin önünden aval aval seyirciye bakarak yürür geçer.

(Bu arada arka planda sunucu yönetmenle didişmektedir).

_ Ay, sinirden patlayacağım şimdi. Kimse aramıyor. Ne oldu, hatlarda bir bozukluk mu var? Çok az kişi aradı. Para girmiyor. Bana para getirecek malzeme ve arayanlar lazım. Uyuz uyuz konukları doldurmuşsunuz içeri. Kimse de lafa karışmıyor, ajite etmiyor. Acı istiyorum ben, daha çok acı… Bak bakalım yüzüme Reji.. yeterince acı var mı? Şimdi konuklar gelecek içeri… bitti mi reklamlar? Başlıyorum, tamam…

.

Reji: 5…4…3….2…yayındayız.

Sunucu Zeynep:
-Buyurun İlhan Bey sizi dinleyelim şimdi de.

İlhan:
-Bacım, ben töre kurbanıyım, yani beni vuracaklar. Köyde ailemin istediği kızla evlenmedim diye peşimdeler hepsi. Başka bir kadına kaçtım. Şimdi bütün köy peşimde. Namus davası diye tutturdular. Önce abimin eşi olan kadına vermek istediler abim ölünce. Kadın benden 20 yaş büyük. Aile oturmuş karar vermiş işte. Kadın odun gibi, kesin abimin de başını o yemiştir..Sonra ben de sevdiğime kaçtım. Şimdi öldürecekler beni.

Sunucu Zeynep:
-Vah vah, ay inanamıyorum, töre uğruna ne kararlar veriliyormuş. Yirmi yaş da az değil hani. Sarkmış, buruşmuş olmalı sanırım. Bu ne ya? senelerdir aynı dava… Önce abisiyle evlen sonra kardeşiyle. O kadına da yazık değil mi, hiç söz hakkı yok mu? İnsan kaynının koynunda nasıl zevk alır ki… Şey pardon, çok özür dilerim, birden kendimi kaybettim. Öhö.öhö..Peki şimdi nasıl ve nerde yaşıyorsunuz?

İlhan:
-Karımın dayısının evinde kalıyoruz. Anadolu yakasında, Üsküdar’daki evinde. Çarşı içi, Solak Sinan mahallesinde.

Sunucu Zeynep:
-Evet, şimdi bu zavallı adama yardım eli uzatmanın zamanı geldi. Lütfen kendisi ile irtibata geçin ve ona yardım elinizi uzatın. Devlet büyüklerimizi de yardıma çağırıyorum.

Bilal yine araya girer.

Bilal:
-Baldız bana gaydı.

Sunucu Zeynep:
-Hasbinallah.

Sunucu yerinden kalkar, arkadan hafifçe jenerik müziği duyulmaktadır. Artık sunucu programın son konuşmalarına geçecektir.

Sunucu Zeynep:
-Evet, sayın izleyicilerimiz, yine bir programın sonuna geldik.Yine acılarınızı paylaştık…Yarına tekrar yeni acılarla görüşmek üzere hoşça kalın, her zaman bizimle kalın sizi seviyorum… Yarınki programa telefon ile katılacak izleyicilerimize olağanüstü bir sürprizimiz var, Ham Shop’tan bir cep telefonu ve yanına ben, ama bu sefer ücretsiz…

Herkes gider en son Bilal kalır, aval aval etrafına bakar, sahnede yalnızdır.Ve yine aynı sözünü tekrarlar.

Bilal:
-Baldız bana gaydı.

( Ardından sahne biter).

Yazan: Lale SELEN
Metin editörü: Müşerref ÖZDAŞ

21 Haziran 2010 Pazartesi

BİR REKLAM VE DOĞUM GÜNÜ PASTASI




ÖZSÖZ VE BİR REKLAM

Bir gün Almanya’da bir şirket için reklam yazmam için telefonla arandım, sevgili arkadaşlar. Karşımdaki insan şirketin reklam bölümü ile ilgilenen biriydi. Onlara, kimsede olmayan bir reklam yazmamı istediler. Telefon görüşmemiz sırasında yaptığım önerilerimi kabul etmediler, zira anlamadılar. Düşüncemde olan reklamın boyutunu ve kalitesini anlayamadılar. Alışkın değillerdi çünkü. Biliyorsunuz yurt dışında bizi rezil edecek basit reklamlara hedefiz. Senaristlere başvuruda bulunmadan kendilerinin rast gele yazdıklarını ve tasarladıklarını açıkça söyleyenler maalesef öyle çok ki. Bir gün bir şahıs bana şunları söyledi:’’ Benim yeğenim yazıyor reklamları, şimdi onun elinden alırsam gücenir.’’ Veya: ‘’Günde yüz kişi arıyor bizi kaldırın şu reklamları, çok çirkin.’’ Kaldırın o zaman dediklerinde de bu kez adam: ‘’ Olsun, ben para ödedim kaldırmam reklamımı’’ diyor.

Bir gün de bu camianın içindeki biri bana şunları söylemişti: ‘’ Kesinlikle seninle çalışmam, sen bu işin tekniğini öğrenir ve sonra bana rakip olursun, gider bir reklam ajansı açarsın.’’
Yaaa, kardeşim Almanya’da reklam ajansım var dediğin anda millet gülüyor…

Bu arada şu iki şirketi kutlamak isterim. Ay Yıldız sim kartı ve Pınar reklamları Türkiye’de yapılmıştır ve yüksek kalitededirler. Türkiye’de de yapılan reklamlar çok ayrı bir boyut taşımaktadır.

Sevgili arkadaşlar, yine bir gün Türkiye’de olan bir Food firmasına reklam için çağırıldım. Çünkü yazmış olduğum senaryolar ancak Türkiye’de anlaşılırdı. Reklamımda milyonlarca yıl önce yaşayan Dinosoria ailesinden gelen T-Rex canavarını tasarladım ve bu canavar piknikte olan vatandaşların yanına gelip... İşte böyle devam ediyordu reklam. Neyse aradan iki sene geçtikten sonra, bu canavarı sevgili Cem Yılmaz’ın filminde gördüm. Ha, burada şunu da söylemeliyim ki kesinlikle kopyalanmış falan değil, sadece kendimin de Cem Yılmaz gibi fikirler ürettiğimi, ortada sayılı veya tek bir yetenek olmadığını söylemek istiyorum aslında.

Hep bir yerlerde ya çok geç ya da erken başlıyorum bir şeylere. Çoğu dostum benim fikir ve yaratıcılık olarak Cem Yılmaz ve Aysel Gürel arasında gidip geldiğimi söylerler.

Bu arada ben baştaki konuyu iyice dağıttım sanırım. Şimdi yeniden Almanya’ya geri dönelim. Beni telefonla arayan şahıs sucuk reklamı isteyince ve benim önerilerimi geniş boyutta bulunca ve çok daha ucuza kaçan bir senaryo isteyince, ben de ona sinirlenerek dalga geçtim ve şunları söyledim:’’ Abi, as sucukları ağaca sallansın gitsin.’’ dedim ve telefonu kapattım. İki hafta sonra da bir TV reklamında sucukların ağaçlara asıldığını gördüm. Benim dalga geçtiğim konuyu adamlar reklam yapıyorlar. Bu görmüş olduğum sevgili Cem yılmaz’ın söz konusu filmine yakışan tek sahneydi.

İşte karşılaşmış olduğum bu trajikomik olaylardan dolayı artık Almanya’da kesinlikle bir reklam yazmayacağım, bu kararı aldım.

Bir gün de zeytin reklamı için bir erkek dansöz istemişlerdi benden. Onlara da şu öneriyi verdim: ‘’ Nasıl bir kategoride istersiniz sahneleri, erkek dansözün meme uçlarına mı yapıştıralım zeytinleri, o da bu şekilde dans etsin, ne dersiniz?’’ Çok sinirlendiler ve bir daha aramadılar.  Ne alaka dedim, zeytin ve dansöz!

Bir gün de dev bir araba markasına reklam tasarladığımı bildirdim. Bu arada şu da var ki şirketler direk seninle irtibata geçmiyor, her şirketin iyi veya kötü, beraber çalıştığı reklam ajansları vardır, bağımsız çalıştığımdan dolayı kimse beni kabul edemezdi asla. Rakip olmak reklamcılar açısından bir felakettir. Neyse Almanya’da dev bir araba markasına bir gün kimsenin elde edemeyeceği pahalı ama manyak bir reklam tasarlamıştım. Onlardan sadece kulak istedim. Neyse ki reklam ajanslarına başvurmamı istediler. Ha bu arada şunu da diyeyim, Türk şirketleri insana cevap verme nezaketinde bulunmamaktadırlar ama Almanya’da iki günde bu cevabı alıyorsunuz. Nerde kalmıştım… Tasarladığım reklamın içereğini hiç öğrenmedi bu dev araba markası. Onların çalıştığı ajansa sunmadım. Tekrar düşünün ve beni dinleyin dedim çünkü yarın çok geç olabilirdi. Ve oldu… O dev araba markasına yazmış olduğum asrın en güzel ve pahalı reklamı olacaktı.

Kısaca belirteyim reklamın içeriğini: Karanlık bir akşamda bir barda kavga eden iki grup, dışarda ise 5 araba arka arkaya, yan yana oraya gelmek için yoldalar… Kuş bakışı görüntüler… Kavga, dövüş ve arabaların onlara doğru yol almaları ve harika bir müzik, Michael Jackson’dan (Rock my World).(Dinlemek isterseniz müziği dinleyin belki hayal gücünüze destek olur). Daha sonra kavga hızlanır, sandalyeler fırlatılır ve arabalar arka arkaya tek tek Lokanta- Bar’ın arkasına gelir, kavgadan bir grup dışarı kaçar ve tek tek arabalara binerek oradan ayrılır. Bir tanesine ise gerçek kimliği ile Michael Jackson biner, söylediği tek kelime: ‘’ Rock my Car ‘’ olur.

Evet, canlarım bu tasarımın hepsini yazmadım ve fikir olarak kimse öğrenemedi amacımı, belki bendeki inat ta beni yanılttı, keşke açıklasaydım. O an egomu yenemedim, ama artık ezip geçiyorum. Bu tasarımı dev araba şirketine yazdıktan tam 6 ay sonra zaten kalbimizin tek kralı vefat etti. Yine bir şeylere geç kalmış oldum! Onu hala çok seviyoruz.

Lale SELEN



SEVGİYE ON KALA ÖLÜME BEŞ

Ya zamanından erken gelirim;
Dünyaya geldiğim gibi,
Ya zamanından çok geç;
Seni bu yaşta sevdiğim gibi.
Mutluluğa hep geç kalırım;
Hep erken giderim mutsuzluğa.
Ya her şey bitmiştir çoktan,
Ya hiçbir şey başlamamış daha
Öyle bir zamanına geldim ki yaşamın
Ölüme erken sevgiye geç.
Yine gecikmişim bağışla sevgilim;
Sevgiye on kala, ölüme beş...


Aziz NESİN


___________________________________________________________________________


Şimdi aşağıdaki reklamı size sunuyorum… iyi okumalar.




Sigorta Reklamı



Bir Lale Selen eseridir.



Kız ve erkeklerden oluşan bir grup üniversiteli genç, bir evin ahşap merdivenlerinden yukarı çıkmaktadırlar. Hepsinde aynı kıyafet vardır. Bu gençler bir şirkette animatör olarak görevlidir. Ve değişik kategorilerde şirkete hizmet etmektedirler. Şirket onlara ayı kıyafeti giydirip dışarıda reklam dağıtın dese, gençler bunu yapacaktır.

Gelelim başa…

Bir grup genç merdivenlerden yukarı çıkarlar. Ellerinde büyük bir pasta vardır. Başka bir genç öğrencinin elinde ise bir kâğıt vardır. Ve ahşap merdivenlerden yukarı çıkarken bir kapı gösterir arkadaşlarına. Gençler bir kadının sevgilisi tarafından doğum günü sürprizi yapmaları için kiralanmıştır. Onlardan istediği, sevgilisine, yaş gününde pasta ve şarkı ile sürpriz yapmaları, bunun ardından yazmış olduğu kısa mektubu sevgilisine okumalarıdır. Zarf kapalıdır, birazdan açılacaktır.



-Evet, burası geldik, sessiz olun. Hazır mısınız? Hadi kapının önüne toplanalım, Tolga sen öne geç pastayla, Dilek sen de zile bas.



Dilek zile basar. Birkaç saniye sonra kapıyı üzerinde eski bir sabahlık olan kadın açar. Kapıyı açar açmaz daha bir şey demeden tüm genç öğrenciler, görevleri gereği ellerindeki pastayı kadının yüzüne yapıştırırlar ve yaş günü şarkısını söylerler.



-İyi ki doğdun Tülin, iyi ki doğdun Tülin, iyi ki doğdun, iyi ki doğdun, iyi ki doğdun Tüliiiinnnnn…



Kadın yerinden kıpırdamaz, yüzündeki pasta ise yavaş yavaş akmaya başlar. Tek gözü ortaya çıkar. Bakışları sinirlidir. Dilek hemen cebine yerleştirdiği kâğıdı çıkartır ve kadının sevgilisinin yazmış olduğu mesajı okumak için hazırlanır. Yan taraftaki diğer kapıdan sesleri merak eden başka bir komşu da kapısını aralayarak onlara bakmaya başlamıştır. Dilek yüzü pasta ile kaplı kadına olan mektubu okur.



-Tülinciğim, yaş günün kutlu olsun. Hani sana demiştim ya, seninle yaş gününde tanıştık, bir yas gününde de kesin ayrılırız diye… İşte o gün, bu gün canım. Senden ayrılıyorum. Nice mutlu yıllara.



Dilek okurken son satırlarda yavaşlar, elindekinin soğuk bir şaka olduğunu ve kadına bunun hiç iyi gelmeyeceğini anlamıştır, paniktedir. Kapıdaki kadın sessizliğini koruduktan sonra ilk kelimelerini söyler. Tolga da korkarak sessizce ‘’ Battık.’’ der.



Kadın konuşur:

-Umarım iyi bir sigortanız vardır.



Hepsi şaşkınlaşmış ve tedirgin bir şekilde bakışmaktadır. Başlarını yan kapıya döndürürler.

Yan köşedeki kapıdan onların sesini duyarak kapısını aralayarak olanları izlemekte olan kadın gençlere seslenir:

-Tülin benim!


Lale SELEN

12 Haziran 2010 Cumartesi

PAMUK KALPLER



( Kısa Film hikâyesi
Bu bir Lale Selen eseridir)


PAMUK KALPLER
( Bir insanlik Hikâyesidir )

-Ömer hadi oğlum, ne olur uyuz uyuz yürüme, bak geç kalıyorum işe. İşten atılırsam inan ikimiz için de iyi olmaz. Koşar mısın biraz, oğlum… Elindeki şekeri sallama, her yerime yapıştırıyorsun.

- Tamam anne, beni taşırsan çabuk gideriz.

-Daha neler, canım çıkar seninle kucağımda, kocaman çocuk oldun.

Leyla tek çocuklu yanlız yasayan ve hayatla mücadelesinde de tek başına olan genç bir kadındır. Üniversitede Otelcilik Bölümünü bitirdikten sonra çok sevdiği erkek arkadaşı ile evlenir. Ondan bir erkek çocuk dünyaya getirir. Tam hayatının en güzel çağında, baharında iken, oğlu da daha ufacık bir yumakken sevdiği erkeği kaybeder. Yaşam mücadelesinde tek başına kalan genç kadın İstanbul’da referansları ile beğenilen büyük bir otelde kendisine iş bulur. Aylarca işine gelip gider. Kendisi cok sevimli ve çalışkan, işine bağlı olduğundan iş yerinde onu herkes sever, sayar. Leyla bir yandan oğlunun bakımı diğer yandan iş yerinde ayakta kalma çabası ile yorulmuştur. Bir gün oğlunun bakıcısı olan komşusu onlardan uzaklara taşınır ve Leyla ilk defa oğlunu zar zor evde yanlız bırakmıştır. İşyerindeki tavırlarından, bir sıkıntısı olduğunu sezmiştir bekçi Bekir.

Bekci Bekir, otelin alt kısmında küçük bir odada kalmakta ve 24 saat otelin giriş çıkış yapan ziyaretçilerinin arabaları ile ilgilenmektedir. Leyla’yı kendi kızı gibi sevmektedir. Leyla’nın güçlü olduğu görmekte, anlamakta ve her gün yanında getirdiği küçük oğluna, onun çalıştığı saatlerde gizlice bakmaktadır. Bu durumu sadece kendisi ve Leyla bilmektedir.

-Bekir Amca, sana hakkını nasıl ödeyeceğim bilmiyorum. Benimle beraber sen de o kadar tehlikedesin ki.

-Düşünme kızım şimdi bunları, takma kafana… Ne olacak işten atılırsak, eski işe döneriz yine, ayakkabı boyarız.

-Allah korusun Bekir Amca, söyleme öyle.

- Hadi şimdi git sen işine geç kalma. Ben de ufaklığı alır içerde ona yaptığım çorbadan biraz içirir sonra da yatırırım.

Leyla oğlunu öptükten sonra koşarak otelin arka eleman kapısından girer ve hemen görevi olan restaurant bölümüne gider ve işine başlar. Önlüğünü ters taktığı için arkadaşı onu uyarır. Leyla hemen düzeltirken, arkadaşına kafasının karmakarışık olduğunu söyler. Arkadaşı ona güler.

Bekçi Bekir, küçük Ömer’e çorbasını içirdikten sonra pijamalarını giydirir ve ona odadaki küçük televizyonunu açar oyalanması için. Ömer, annesinin gececi olduğu zamanlar orada kalmakta ve sabaha karşı annesinin işi bittiğinde evlerine gidebilmektedirler. Annesinin tek korkusu oğlunun okula başladıktan sonra bu konuyu nasıl halledebileceğidir. Ömer işte böyle, her gece televizyona bakarak uyuyakalmaktadır.

Leyla çalıştığı otelin restaurantını çok iyi bir şekilde yürütür ve işi çok beğenilir. Otelin müdürü Sema Hanım her ne kadar onun çalışmasını beğense de, ona karşı soğuk davranmaktadır. Sema Hanım’ın soğuk davranışları tüm elemenlar için de geçerlidir. Sema Hanm, 50 yaşlarında bir kadındır. Ömrünün yarısını orada çalışarak geçirmiştir. İyi bir yöneticidir. Saatler geçer… Bekçi Bekir otelin altında çalışmaktadır, arada bir kenara çekilir ve bir sigara içer. O sırada bir araba gelir ve onunla ilgilenirken birden yanında Ömer belirir. Bekçi Bekir sağına soluna bakar,onu görmelerinden korkar.
-’’Oğlum, ne işin var burda, seni gören olur, gel hemen odana gidelim.’’ der ve onu tekrar odasına götürür. Ömer’i tekrar yatağına yatırırken küçük çocuğun ateşinin olduğunu fark eder. Bu durumdan endişelenerek Leyla’yı otel telefonundan arar.

-Leyla kızım, bu oğlan alev alev yanıyor, yanında ilaç var mı? Bu satte eczane de bulamam.

Leyla ile konuştuktan sonra, hemen odaya geri döner ve kısa bir süre sonra da Leyla gelir odaya. Elinde ilaç ile oğlunun yanına oturur ve ona su vererek ilacını içirir. Çok az yanında oturur ve onun başını okşar büyük bir üzüntü ve çaresizlik içinde.. Leyla’nın üzüntüsünü gören bekçi Bekir de leyla’nın başını okşar.
Leyla oğluna ilacını verdikten sonra yine işine geri dönmek zorundadır ve her fırsat buldukça oğlunun yanına gider.

Otelin müdürü restaurantın bir köşesinde elinde bir dosya ile oturmaktadır. Gelecek olan 4 büyük otobüs yabancı turistlerin işlemlerini yapmaktadır. Leyla’nın ikide bir oradan ayrılması dikkatini çeker ve onu takibe alır. Epeyce huylanır ve bir süre sonra yine Leyla’nın restauranttan çıkışını görür. Arkasından gizlice onun gittiği yöne doğru gider. Leyla’nın bekçi Bekir’in odasına girdiğini gördükten sonra hemen arkasından gider, Bekir de müdürün geldiğini görür ve heyecanlanır, ona doğru yürür ve lafa tutrmaya çalışır. Bekir’i önemsemeyen müdür onu bir kenara çekerek odanın kapısını açar ve Leyla’nın bir çocuğun yanında, yatağın yanı başında oturduğunu görür. Leyla da, Bekir de mahcup bir durumdadır.

-Ne oluyor burda, bu çocuk kim?

- Sema Hanım, Bekir’in hiçbir suçu yok, onu ben zorladım. Bugün oğlum hasta olduğundan yanımda getirmeye mecbur kaldım.

-Ne zamandan beri böyle çalışıyorsun? Doğru söyle bana.

Leyla hiç sesini çıkaramaz, Bekir de aynı şekilde suskun kalır. Müdür Hanım çocuğa doğru ilerler ve ona sorar.

-Sen ne yapıyorsun burada, her gün burada mısın?

Oğlan küçük olduğundan, ona doğru cevap vermek mecburiyetinde kalır.

-’’Okula başlayana kadar ben hep Bekir Amca’mda kalacağım’’der.

Müdür Hanım, her ikisine de ani çıkış verir.

-’’İkiniz de çıkıyorsunuz, bırakıyorsunuz işi. Derhal, 10 dakikaya kadar hazırlanın’’ der.

Müdür oradan hemen çıkar ve Leyla da ağlayarak restaurana gelir. Onu o halde gören ve olanları öğrenen arkadaşları çok üzülmüştür. Olay tüm otelde duyulur ve onu sevenler buna bir çözüm bulmak, Leyla’nın işine devam edebilmesini sağlamak için çare bulmaya çalışır. Leyla kıyafetlerini değiştirdikten sonra alt kata iner ve herkesle tek tek vedalaşır. Dışarı çıktığında Bekir’in elinden tutarak onun gelişini bekleyen Ömer’ini görür. Bekir de sıkıntılı bir biçimde sigarasını içerek düşüncelere dalmış bir durumdadır.

-Bekir Amca, benim yüzümden sen de işinden oldun.

-Boş ver kızım, takma kafana. Bir hayır vardır bunda da. Napalım kadermiş.

Otelde Leyla’nın tüm arkadaşları bir karar vermiştir. Dört Turist Otobüsünün otele yaklaşacağı zamanı kollayarak ve bunun öneminin farkında olarak, hepsi greve girer. Elinde dosyalarla gezinen Müdür Sema Hanım, olayı ilk başta kavrayamamıştır. Odasına şaşkınlıkla dönüp, tek tek işçileri yanına çağırıp, onlara ne olduğunu sorar. Bu sırada, restaurantta çalışan elemanlar toplu halde Müdürün yanına gelerek işi bıraktıklarını söyler.

-Siz çıldırmış olmalısınız. Ne yaptığınızın farkında mısınız? Derhal işe geri dönün şimdi. Sonra hepinizle konşacağım, Turistler kapıya dayandı neredeyse…

- Leyla’nın işten çıkarılması çok acımasız bir davranış Sema Hanım. Biz de aynı acımasızlığı yaparak size bunu yaşatacağız. Bu durumda burda kimse kalmayacak ve siz tek başınıza kalacaksınız. Siz de bu otelden atılacak, Leyla gibi önünüze baka baka, çaresizlik içinde buradan ayrılacaksınız…

Sema Hanım öfkeli bir şekilde, burnundan soluyarak odasından dışarıya çıkarak koridora fırlar ve Resepsiyondaki elemanların da işi bırakma hazırlığında olduklarını görür. Hepsi tek tek görev yerlerini bırakarak soyunma odalarına doğru giderler. Müdüre Hanım iyice çıldırmıştır. Tek bir tane eleman kalmıştır, onu da diğer iş arkadaşları iterek greve katılmaya zorlar.

Yeniden ne yapacağını bilemeden odasına dönen Sema Hanım’ın çalan telefonu açtığında yaptığı görüşme kısa sürer. Telefonda otelin sahibi ona her şeyin yolunda olup olmadığını ve turistlerin saat kaçta geleceğini sormuştur. Müdür Sema, her şeyin yolunda olduğunu söyleyerek telefonu kapatmıştır. Bunun ardından ani bir kararla tüm elemanlarına bilgi göndererek, işlerinin başına dönmelerini, Leyla ve bekçi Bekir’in de odasına gönderilmesini ister. Hepsi ile de daha sonra yeniden bir görüşme yapacağını söyler.

Elemanlardan biri, hem sevinç hem de aceleyle Leyla’ya telefon ederek durumu bildirir ve mutlu haberi verir. Leyla ve Bekir şaşkın bir şekilde otele dönerken aynı zamanda ürkektirler . Müdüre Hanım onları kapıda beklemektedir.

-Şükredin ki bugün en yoğun günümüz, yoksa ikinize de asla affetmezdim. İşinize paydos ettiğinizde büroma gelin, yeniden konusacağız bu durumu.

Leyla ve Bekir çok sevinçlidir ve koşarak işlerine dönerler. Leyla Restauranta ve Bekir de küçük Ömer’i alıp alt kata iner. Leyla arkadaşlarının kendisine destek olmalarından dolayı çok duygulanmış, onlara teşekkür ederken de gözyaşlarına hakim olamamıştır. Hemen gözyaşlarını silerek kendini toparlamaya çalışır ve işinin başına geçer. Diğerleri de öyle yapar.

Turistler gelmiş, ortalık hareketlenmiştir. Herkes görevini bugün diğer günlere göre daha fazla bir heyecan ve duyarlılıkla yerine getirmeye çalışmaktadır. Odalar dolmuş, karınları acıkan turistlere yemekler hazırlanmıştır. Müdüre Sema bir ara bekçi Bekir’in odasına giderek Ömeri görmek istemiştir. Ömer uyumaktadır. İçerisi loştur. Onun gelmesiyle uyanan Ömer annesinin geldiğini sanarak ‚’’ Anne!’’ diye seslenir. Sema Hanım ışığı açmış onun yanına oturmuştur.

- İsmin ne senin, söyler misin bana?

- Ömer, Teyze.

- Ömer, sen her gün buraya mı geliyorsun?

- Evet, müdür Teyze.

-Sema. Benim adım Sema.

-Tamam, Sema Müdür Teyze.

Müdür gülümseyerek çocuğa bakmaktadır artık.

-Annemle her gün geliyoruz ve bana sakın dışarı çıkma diyor. Burada bir Müdür varmış, ufak çocukları yiyormuş. Dışarı hiç çıkamıyorum ve çok sıkılıyorum burada…
-Demek öyle, çocuk yiyen birisiyim ben ha!

-Peki, senin baban yok mu?

-Babamı bilmiyorum, ölmüş ama resmi var. Yarın getirip gösteririm. Tamam mı?

-Tamam. Demek yarın da burdasın…

-Kimseniz yok mu sana bakan? Burda, ekzoz dumanlarının altında her gün…

-Yok, Müdür Sema Teyze. Annem ve ben varız sadece.

-Akıllı şey seni. Neyse hadi sen yat. İyi geceler sana.

-İyi geceler.

Sema Hanım ayağa kalkar ve gitmek için kapıya yönelir. Tam kapıyı açtığında Ömer seslenir.

-Müdür Sema Teyze.

Sema Hanım geri dönerek ona bakar.

-Sana sarılsam,… Ben sarılmadan uyuyamam, annem de yok.

Sema gülümser ve kapıyı kapatarak geri döner. Yatağında doğrulan Ömer, yine başucuna oturan Sema Hanım’a sıkıca sarılır ve başını onun göğsüne koyar. Yüzünde de saf bir çocuk gülümsemesi vardır. Bir an sesssizlik yaşanır…

Sema ilk defa bu kadar küçük bir çocuğa sarılmıştır. Kendisi hiç evlenmemiş ve hiç ailesi olmamış, orta yaşlarda bir kadındır, hemen kendini toparlamaya çalışır…

Müdür Sema Hanım, odasında Leyla’nın paydos saatinin gelmesini beklemektedir. Bir süre sonra kapıyı tıklatarak Leyla girmiştir içeri. Sema Hanım’ı sessizce selamlar ve ürkekçe bekler onun konuşmaya başlamasını. Ama bir şey söylemediğini görerek kendisi başlar konuşmaya. Sema Hanım sadece düşünceli bir biçimde direk yüzüne değil de öylece ondan tarafa bakmaktadır…

-Tekrar çok özür diliyorum Sema Hanım. Beni işten atsanız da kızmam ama Bekir Amca çok yanlız, lütfen duyarlı olun ona, işten atmayın… Her şeyi anlatacağım size.

-Gerek yok, oğlundan öğrendim her şeyi. Demek ben çocukları yiyorum?

Leyla kıpkırmızı olur.

-Şimdi… Yarın işe aynı saatte geliyorsunuz. Sen evden çıkmadan önce önce sana diplomalı bir bakıcı gelecek

- Sema Hanım, ben bakıcı ücretini ödeyemem. Bu çok büyük bir yük olur bana.

- Sana bakıcıya para öde demedim, onu ben halledeceğim. Sen de her zamanki gibi gelip işine devam edeceksin. O çocuk aşağıda ekzoz kokuları arasında daha ne kadar yaşayabilir sanıyorsun?

-Sema Hanım, inanın ne diyeceğimi bilemiyorum. Bu durumda teşekkür etmek az gelir sanırım. Söyleyecek kelime bulamıyorum.

Sema Hanım hafifçe gülümseyerek son sözlerini söyler:

-Hadi git evine… kelimeleri yarına kadar düşünürsün, acelesi yok…. Yarın tanışır konuşursun bakıcıyla, içine sinmezse bana bildir.

Leyla yaşadıklarına inanamayarak ve gözlerinden yaşlar süzülerek oradan ayrılarak oğlunun yanına iner. Bekçi Bekir de mutludur. O Leyla’dan önce Müdür Hanım’ın odasına çağırılmış ve olanlardan nasibini almıştır. Leyla oğlunun yatağının kenarına oturur ve ona sıkıca sarılır.

-Bugün bir mucize oldu oğlum, bir mucize…

Leyla’nın telefonu çalmıştır, arayan arkadaşlarından biridir. Onu yanlarına çağırmaktadırlar.

-Ömerciğim, sen bekle beni. Sabah olmak üzere, yıka yüzünü, ben birazdan geliyorum. Sonra evimize gideriz.

Leyla odadan çıkar ve koridorda yürür. Arkadaşı ile soyunma odasında sohbet ettikten sonra yanaklarından öperek vedalaşır ve tekrar oğluna gitmek üzere merdivenlerden aşağı iner.

Leyla merdivenlerden inerken zamanın geçtiğini görürüz. Her yeni basamakta biraz daha yaşlanmakta, uzun, salınmış olan saçları toplanmış topuz haline gelmiş görünmektedir… Leyla artık orta yaşlarda bir kadındır. Bir deniz kenarında, güzel bir villanın bahçesinde, genç bir erkek telefonla görüşmektedir…Bu Ömer’dir.

-Nasılsın anneciğim, işler nasıl, ne zaman geliyorsun?

Telefonun diğer ucundaki ses Leyla’nındır. Çalıştığı otelin Müdürü olmuştur.

- Oğlum yoğunum ama işler azalır azalmaz yanınızdayım. Sanırım bu hafta gelirim. Sizleri de çok özledim. Dinlenmeye de çok ihtiyacım var. Bol bol da yüzmek istiyorum.

-Anne bak , Sema Anne’nin de selamı var, gelsin bir an önce de dinlensin biraz diyor.

Sema Hanım iyice yaşlanmış, Ömer ile aynı masada kağıt oyunları oynayarak oyalanmaktadır. Bir yandan da sinsi sinsi gülümseyerek eski huyu olan soğuk mizah anlayışı ile Ömer’e çıkışır:

-Hiç de gel demedim yalancı. Çalışsın dursun, yorulmak ne demek?

Bu arada, ne yaptıysa elindeki son kağıdı masaya açarak oyunun bittiğini söyler ve zafer kazanmış komutan edasıyla masadan kalkarak sahile doğru yürür. Ömer arkasından sevgi ile bakmaktadır.

Sema Hanım, Ömer’le birlikte yazın tadını çıkarmaktadır. Senelerce onlardan ayrılmamış adeta onların ailesinin bir parçası olmuştur. Yalnız bir kadın olan Sema, hayatının ailesini bulmuştur. O soğuk kanlı, işgüzar kadın artık şeker bir ninedir. Ömer, annesiyle telefonda vedalaştıktan sonra oturduğu yerden kalkarak içeri doğru yürürken kapıya doğru elinde limonata bardakları olan hamile, güzel bir kadın yaklaşmaktadır. Bu kadın Ömer’in eşidir. Ömer eşinin yanağına bir öpücük kondurarak karnını okşar. Sevgi ve aşk dolu gözlerle bakarlar birbirlerine…

Sema Hanım, sandaletlerini eline almış, ıslak kumların içinde, hafif hafif kıyıya vuran dalgalardan sıçrayan sularla etekleri ıslanarak ve ufkun kızıllığını seyrederek yürümeye devam eder. Düşüncelere dalıp gitmiş, elleri farkında olmadan saçlarına gitmiş, onları çözerek rüzgara bırakmıştır. Beyazlamış saçlarında ufkun kızıllığı yansımaktadır….

Yazan:Hikaye/ Senarist Lale SELEN
Senarist asistan- redaktör: Müşerref ÖZDAŞ

9 Haziran 2010 Çarşamba

ELİF




UYARICI VE EĞİTİCİ BİR REKLAM HİKÂYESİ

ELİF

Elif, ufacık bir kızdı. Abilerinin derslerine hayranlıkla bakıp onlar gibi kendisinin de bir gün okula gideceği günü iple çekiyordu.

Onların ezberlemek istedikleri şiiri , onlardan önce ezberler ve onları kızdırırdı. Elif’in iki abisi vardı. Annesi bir ev kadını, babası ise belediyede ona verilen görevleri yerine getirmekle uğraşırdı.

Küçük kızın daha birkaç ayı vardı okula başlamasına ve her gün gittikçe heyecanı artıyor ve mutlu bir gülümseme yayılıyordu yüzünde.

Sıcaklar başlamıştı ve Elif’in abileri yakındaki bir dereye her gün yüzmeye gidiyorlardı. Elif de çok istiyordu. Fakat babası geri kalmış bir beyne sahip olduğu için onu devamlı tersler ve hakaret ederdi. << Senin ne işin var yüzmekle, öğrenceksin de ne yapacaksın, kız millleti mayo giymez ayıp, günah>> sözleriyle kızına çıkışırdı. Elif, abileri ile o sıcakta dereye gider ve sadece ayaklarını sokarak serinlerdi. Abileri ise kayalıktan suya atlayarak yüzerek eğlenirler ve serinlerdi. O ise hep hayal kurardı , serin suda yüzme hayalleri... Elif, abileri yorulana kadar orda bekler ve onlar kurulandıktan sonra birlikte eve geri dönerdi.

Küçük kız her defasında babasına yalvarır ve her defasında aynı sözlerle karşılaşır, ağlardı. Elif’in suyla tek temas eden yeri ayakları olurdu her seferinde. Bir türlü yüzmeyi öğrenememişti.

Okul günü gelip çatmıştı. Elif de artık okullu olmuştu, onu okula götüren babasın yolda söylediği << Böyle sevinip zıplama bakalım, ilkokuldan sonra sen de evde anana yardım edeceksin, okulu bırakacaksın >> sözleriyle dehşete düşmüştü. Elif’in okula başladığı ilk günü kararmıştı.
Elif’in ve abilerinin okulu oturdukları köyden bir köy ilerisiydi ve bu diğer köye dereden bir sandalla geçiliyordu. Sandal büyüktü ve içine çok insan alacak kapasitedeydi. Dere ortalara doğru derin ve akıntılı olduğundan insanlar kendi kayıkları ile karşıya geçmesi olanaksızdı. Kış ayları başlamıştı ve Elif hergün mutluluk icinde okuluna gidip geliyordu.

Öyle bir gün gelmişti ki, Elif artık geri dönmeyecekti. Yağmurlu bir günde, karanlığa batacaktı. Senelerin harcadığı, eskittiği sandal bir gün okul dönüşü içine su alarak akıntılarda parçalanacaktı...

Sandalda herkes bir panik içersindeydi. Sandal su alıyor, yalpalanıyordu. İçindekiler ne yapacaklarını şaşırmış, sesleri bile zor çıkar olmuştu. Sandalın sahibi artık sandalı kurtaramayacaklarını anlamış, onun çığlıkları da ötekilere karışmıştı. Hiçbir yerde can simidi yoktu ve yüzme bilenler yüzerek derin suya atlayıp kıyıya yüzmeye başlamışlardı. Küçük kızın abileri de her ne kadar Elif’e sahip çıkmaya, kurtarmaya çalışmışlarsa da, onu tutamamış ve kendileri yüzmeye başlamışlardı. Çığlıklar içinde abileri Elif’e bağırıyorlardı... Elif, yağmurun altında suya yavaş yavaş batıyordu. Kimse onu kurtaramamıştı. Canını kurtaran kenara kadar yüzmeyi başarmış, Elif ise artık derin suda kaybolmuştu. Gözleri açıktı ve çırpınıyordu. Fakat Elif yüzme bilemediğinden o karanlik günde suların içinde yaşamını yitirmişti.

Ufacık bir beden günler sonra derenin köyden çok uzak bir yerinden çıkartılmış ve herkes toplanmış, acı içinde ona bakıyordu. Ailesi de oradaydı. Elif’in yüzünde gülen bir tebessüm, sırt çantasında ise, mayolu bir Barbie bebeği vardı. Bütün sınıf ve okul onun için ağlıyordu, öğretmenleri gözyaşlarını tutamıyorlardı...

Unutulacaktı bir gün o minicik kuş, unutulacaktı... Onu unutamayan biri kalacaktı ki o da babasıydı.
Babası her gün eline küçük kızının mayolu bebeğini alıp kahrolacak, perişan olacak ve gözyaşlarına boğulacaktı...

Sonra neler mi oldu? Onu da sizin hayal gücünüze bırakıyoruz...

Yazan: Lale Selen
Redaksiyon: Müşerref Özdaş

HAYAL SİNEMACILARI KİMDİR, NASIL ORTAYA ÇIKMIŞTIR?



FİKR-İ FİRARİLER

Senarist: Lale SELEN
Redaktör-senarist asistan:Müşerref ÖZDAŞ

Aaa cok güzel, harika, kesinlikle bunu dizi yapalım, kimseyle anlaşma, bu tutar...

Bu sözleri, yazmış oldugum hikayeleri, reklamları ve Dizi Film senaryolarını sunduğumda her seferinde duymustum, Baş vuruda bulunduğum şirketler tarafından, sen gönder biz bakarız denirdi her zaman.Bazı zaman hiç cevap alamadım. Bugün gel yarın git,haftaya yolla...

Çaycı bile okumak istemişti... Kardeşim ben senin nasıl çay yaptığına karışıyor muyum?... Ya da sekretere bırak, bakarız... İşte her seferinde bunları duydum, bekledim...

Kaldır biraz poponu da karşında kim var bir dinle. Beni bunalttınız, beni kandırdınız, beni gerdiniz. Saçma sapan hikayesi olan dizilere, reklamlara ve filimlere son vericek ve sollayacak senaryolarımla bir ders vermek istemiştim sadece, bir kalite öne sürmek istemiştim. Ama daha okumadan fikir verenler oldu. Karşılarına bir dev gelecekti çünkü.Bunu asla kaldıramazlardı. Ama ben de kararımı verdim.

Şimdi bir zamanlar piyasaya sunmak için yazmış olduğum hikâyelerimi ve senaryolarımı maneviyata çevirerek halka sunuyorum. Sanal Sinema. Evet Sanal Sinemam. Veya hayal sinemam. Okuduklarınızın içine girebileceğiniz, başrolde kendiniz oynayabileceği, kostümünüzü hayal gücünüze sığınarak kendinizin saptayabileceği sanal sinema=kalemli sinema...
Herkez okusun, okusun ve düşünsün... Benim bir de Edebiyatçı arkadaşım var , Edebiyat hocam... Ah Müşerref sen olmasan... Kesin onsuz çıkamazdım bu yola, çünkü onun dediğine göre ben bir Türk Edebiyatı katliamcısıyım.  Yani okuduklarınızın çoğu onun kalemi ile düzenlenmiştir. Eee kolay degil Avrupa ile Türkiye arasında mekik dokumak.

Fazla yormadan sizi Sanal Sinemayı başlatalım artık.Açılsın perde, yazılsın hikayeler.Okusun güzel gözler...

İyi seyirler, pardon okumalar.  Bu ara şahsıma ait olan bu senaryoları aman diyim , bana sormadan prodüksiyona ve reprodüksiyona vermeye kalkmayın, işte o zaman uçarım üzerinize.

SENARİST YAZAR: LALE SELEN